30 Ekim 2013 Çarşamba

Musa Bey

       


             Musa Bey,sonunda emekli olmuş,emekli ikramiyesi ve 25 yılı aşkın süredir biriktirdiği parasıyla Edirne’nin küçük bi köyünden aldığı çiftlik evine kavuşabilmişti.Ev,etrafını çevreleyen günebakan tarlasının tam ortasında,ön tarafında büyükçe çardağı,çeşit çeşit sebzelerin olduğu bahçesi,tavuk kümesi ve köpek kulübesi olan ahşap yapıdaki 2 katlı eski bi yapıydı.Musa Bey,sabah kalkıp gün boyu bahçe işleriyle ve beslediği hayvanlarla ilgilenirdi.Daha sonra ise günbatımına doğru kahvesini alır,ayçiçeği tarlasının mükemmel manzarası eşliğinde her zaman oturduğu sallanan sandalyesine oturarak kitabını okurdu.Hayatında en çok hayal ettiği,en çok yapmak istediği böyle bi manzara karşısında saatlerce kitap okuyabilmekti ve sonunda hayaline kavuşmuştu.Onu tek üzen kahvesini kendisinin yapmasıydı.Eşi Deniz Hanım,7 yıl önce kalp yetmezliğinden vefat etmişti.Hayalinde eşiyle beraber ömür boyu burada yaşamayı düşlüyordu.Ön bahçede çamaşırları asan Deniz Hanım’a Musa Bey gizlice gelecek,‘’Herkese dünyada cenneti görmek nasip olmaz Deniz Hanım’’diyecek,doyasıya sarılacak,’’Hiç gitmeyelim buradan,öleceksek de burada ölelim,burada,bu evde’’ diyecekti.Musa Bey’in kendi dünyasında kurduğu bu hayaller film setinden bi sahne olsa ve dünyanın en iyi yönetmeni bu filmi çekse’’Kestikkk ‘’ diyemezdi,o kadar kusursuz ve saftı onların aşkı.
              Hasat zamanı ailesiyle birlikte köyden gelen Bekir Bey,ayçiçeklerini toplardı.İlaçlama,hasat ve pazarlama işleri Bekir Bey’in göreviydi. Sadece hasat zamanı değil,diğer zamanlarda da Musa Bey’in neredeyse bütün ihtiyaçlarıyla ilgileniyordu.Musa Bey,Bekir Bey’e emeğinin karşılığını fazlasıyla veriyordu.Bekir Bey,lakabı Koca Bekir olan,Fareler ve İnsanlar’daki Lennie karakteri gibi çok güçlü,iri kıyım bi adamdı.
              Evde televizyon,cep telefonu,bilgisayar gibi teknolojik hiçbirşey yoktu.Sadece babasının küçükken hediye ettiği antika radyosu vardı.Musa Bey,arada olan bitenleri radyo vasıtasıyla öğreniyordu.
             İki kızı vardı Musa Bey’in ve ikisi de darılmışlardı babalarına.Ne kadar yalvarsalar da Musa Bey onları dinlememiş;bütün arkadaşlarını,akrabalarını,geride herşeyini bırakıp Edirne’ye bir köye,çiftlik evine yerleşmişti.Kızlarıyla soğuk vedalaşmıştı Musa Bey bu yüzden.Bazen,kitap okurken kafasını kaldırır,yola bakar,kızlarının geldiğini,sıkı sıkıya onlara sarıldığını hayal ederdi.Özlüyordu çok,ama bi kere bile olsun gitmedi kızlarının yanına.
Günler ayları,aylar yılları kovaladı.Musa Bey,hayatından çok memnundu.Ömrünün sonbaharını ilkbahara çeviren ev,onu gün geçtikçe gençleştiriyordu sanki.Fakat sağlık sorunları arada onun rahatını bozuyordu.Kronik kalp hastasıydı Musa Bey’de eşi gibi.Yine bi gün çardakta kitabını okurken nefes alamamaya başladı,gömleğinin yakasını açacak,kolonya dökecek bile kimsesi yoktu.Ardından sandalyeden yere düştü,başında Berduş olanca gücüyle havlıyordu.Sonra birilerinin çiftliğe yaklaştığını hissederek var gücüyle koştu,biraz ileride Koca Bekir,ve yanında Musa Bey’in kızları göründü.Koca Bekir ve kızları köpeğin havlayışından kötü bişey olduğunu anlayarak çiftliğe doğru Berduş’la birlikte koşmaya başladılar.Çardağa geldiklerinde artık çok geçti,Musa Bey gözleri açık ve sanki tebessüm edermişcesine kızlarına bakıyordu.Son gördüğü kızları oldu dünyada,diğer tarafta ilk göreceği de eşi Deniz Hanım olacaktı,kimbilir..
Battaniyenin altından engerek yılanı gibi sinsi sinsi giren sabah ayazının soğuğu Musa’yı uyandırdı,daha sonra annesi seslendi,’’Kalk artık oğlum,kahvaltı hazır ekmek al gel  hemen’’ .Zar zor yataktan doğrulan Musa,hemen radyoya koştu,güzelce inceledi,göğsüne sardı onu.O sıra annesi tekrar ‘’Napıyosun oğlum radyoyla iyi misin?Git ekmek al gel hemen’’ diye söylendi mutfaktan.Gülümsedi Musa,o çiftlik için çok çalışması gerektiğini biliyordu.Ama şuan iki ekmek alacak bile parası yoktu.’’Babaaaa ‘’ diye seslendi üstünü giyinirken, ‘’ Bozuk para versene,ekmek alıcam’’.





6 Ağustos 2013 Salı

Selam

               Selam ben iç sesin, ya da içinden hep geçirdiğin fakat kimseye söyleyemediğin sırların. Mesela feysbukta hergün görüp de silmek istediğin fakat silemediğin, hayatından çıkarmak istediğin ama her nedense çıkaramadığın insanlar gibi.. 
               Selam ben feysbukta her akşam kenardaki uyarı sayesinde gördükten sonra duvarına yazdığın ''karrdeşim doğum günün kutlu olsun görüşemiyoruz yaa buluşalım bi ara:-)))) '' tarzı samimiyetsizlik kokan yapmacık cümlenim.
              Selam ben hem haftasonu arkadaşlarına patronun hakkında atıp tuttuğun abartılmış ve sokak jargonu ile süslenmiş laflarınım, hem de pazartesi günü patronuna ''Günaydın Gökhan Bey,nasılsınız :-))) '' derken suratının aldığı dünyanın en iğrenç ama en başarılı tebessümüyüm.
             Selam ben uzun zamandır aramadığın arkadaşını işin düştüğü zaman aradıktan sonra sadede gelmeden önce sorduğun yılışık, iğrenç ''kanka naber yaa'' sorusuyum.
             Selam ben senden hoşlanan X adında biri varken ona olumlu ya da olumsuz cevap vermeyip ''zaten X cepte hacı Y ile olmazsa onunla takılırım'' diye düşündüğün beş para etmez egonum.
             Selam ben hep düşündüğün ve korktuğun için yapamadığın herşeyi ardına bırakıp buralardan kaçıp gitme isteğin, her gece yatağına girdikten sonra kendine sorupta hiçbir zaman cevap alamadığın kazık sorularım.
              Selam ben bu hayattan gerçekten ne istediğini bilememenin verdiği çaresizliğin, vurdumduymazlığın, üşengeçliğin, umursamazlığın, bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantalitenim. Bütün bu saydıklarım ve diğerlerinin iliklerine kadar işlendiği denetim mekanizmanım, senin lanet olası bi zombiden farkın yok ve ben seni bir kukla gibi yönlendiriyorum.
              Selam ben bilerek veya bilmeyerek kendi yıkımını hazırlamış ve bunun sonucunda kendini yabancılaşmış, sapına kadar yalnız hisseden insan modeli. Çoğumuz öyleyiz fakat pek azımız bunu kabulleniyoruz.
             Selam ben kendini teoride dürüst gösterip, karaktersiz, ciğeri beş para etmeyen, bi ortamda A’nın arkasından konuşup, başka bi ortamda A’yı övücü sözler sarfeden, kulisin kralını yapan pisliğin tekiyim.Herkes beni dürüst,efendi biri sanıyo,ben de kendimi öyle biliyorum zaten,o kadar alıştım ki böyle davranırken farkında bile değilim,aslında özümde şerefsizim,ama millet beni iyi bi adam sanıyo.
            Selam ben aldatmayı çok normalmiş gibi icra eden,üstüne de bunu arkadaş ortamında ballandıra ballandıra anlatırken yüzünün aldığı egonu tatmin ediş şekli.
            Selam ben akrabalarının bütün üniversite hayatın boyunca ''Hesap no.nu söylesene yiğenim'' gibi değil de ''Harçlığın var mı oğlum,bak doğru söyle,valla bak yoksa gönderiyim?? '' şeklinde sorduğu çakallık kokan soruyum.
            Selam ben küçükken lavabodan çıktıktan sonra o korktuğun karanlık koridordan geçip oturma odasına can havliyle kendini attığın o 3-4 saniyelik ''yusuf yusuf'' hissi.
  Selam ben alarmı kalkacağı vakitten 15-20 dk.öncesine kurup 2 dk.da bi erteleyerek zevk alan insan modeli.
Selam ben küçükken belki de en son gerçek anlamda mutlu olduğumuz ''Geldik mi baba?Çişim geldi?Bu niye böyle?Dondurma alalım mı anne?Ne kadar kaldı?Bundan da alalım mı? vb. sorularıyım.
Selam ben diş fırçalarken defalarca yolunu kesmene rağmen dirseğe doğru kayan su,evet,çok inat bişeyim ben.
Selam ben duş alırken yabancı filmlerdeki gibi tek kolumla duvardan destek alarak yere hüzünlü hüzünlü bakarken annemin seslenmesiyle kendi özüme dönüp ''Çıkıyorum annnneea '' bağırışı..
Selam ben sokak lambasına kafasını durmadan vuran avare sineğim,ne bi amacım var,ne de bi beklentim.
Selam ben küçükken havucun dikenli tabakasına ulaşmak için Bugs Bunny gibi havucu gıdım gıdım kemirip çıkan tırtıklı tabakayla mutlu olan,ardından annenin ''Nimetle oynanmaz hepsini ye'' uyarısıyla istemeden de olsa geri kalanını yerken ki yüzündeki mutluluk-hüzün karışımı ifade.

         


    

8 Şubat 2013 Cuma

Sinop ( Vol.1 )


Dikey geçiş sınavında Sinop’u kazanmıştım .‘’Güze mi geçsek lan ? ’’ diye tereddütte kalarak hafif hafif esip arada es veren bi eylül akşamı,günlerden pazar,ebeveynlerim ve ben otogardayım.Geçen sene üniversitemin adını ‘’Marmara’’ diye yüksek sesle söyleyen ben; şimdi de kıytırık bölümümün sonuna serpiştirilen ‘’mühendisliği’’ ekini baskın bi sesle söylüyorum soranlardan intikam alırmışçasına.Israrla gelmeyin otogara gerek yok desem bile dinletemediğim aile bireylerimle vedalaştıktan sonra otobüse biniyorum ve orta kapıya yakın yerime,cam kenarına yerleşiyorum.Bizimkiler hemen dibimde biterek,ellerini orta hızdaki silecek misali bi sağa bi sola sallıyorlar.Sellektörü alan ben onlara uyuyorum aynı şekilde.Aksilik ya,otobüs de gitmiyo bi süre.Görünmeyen sol elimi sağ elimin dirseğinden destek yaparak biraz daha sallıyorum sağ elimi.Neyse ki otobüs kalkıyo 2-3 dakika sonra.Silecekleri durduruyorum.İçimden ,yanıma kimse gelmez umarım,hadi gelse bile en azından öğrenci falan olur da bi iki soruyla sohbet kapanır diye düşünüyorum.Daha sonra Gebze’de bize katılan amca otobüsün başından beri bütün numaralara sağlı sollu baktıktan sonra yanıma kadar gelerek,’’Burası 25 dimi oğlum’’ diye soruyor.’’Evet amcacım’’ diye cevaplıyorum ben de isteksiz bi tavırla.O sıra az önceki temennilerimi en aza indirgeyerek , ‘’Umarım hayırsız evlatları yoktur,ya da en azından durmadan soru sormaz’’ diye içimden geçiriyorum.Etrafımdaki insanları süzüyorum.Arkamda,kulaklıklığını otobüse biner binmez takarak ‘’rahatsız etmeyin ‘’ imajı veren uzun saçlı bir genç,sağ önümde önündeki torba ve çantalarla yolculuğun ileriki safhalarında onlara ayrılan alanı mesire yerine çevirecek bir çift ve ve iki çocuk,sağ tarafımda seyahat yastığı olduğu için kıskandığım ve öğrenci diye tahmin ettiğim uzun kıvırcık saçlı kız,arka taraflarda sadece sesini duyduğum uzun yolculukların her otobüste olmazsa olmaz ,‘’enerjileri hiç tükenmeyen ikili kız ’’ modeli,önümde koltuğunu masaj koltuğu modunda sonuna kadar arkaya yatırarak uyku moduna geçmiş orta yaşlarda yorgun kirli sakallı bi adam,yanımda ise yolculuğumun akıbetini belirleyecek en önemli unsur olan ‘’esrarlı bi amca’’ var.Önümüzdeki 2 saat boyunca,amcanın Gerze’li olduğunu (Gebze’den Gerze’ye ) ,3 oğlan bi gızı olduğunu,çiftçilikle uğraştığını,Bağkurdan emekli olduğunu,oğlanları everdiğini,5 tane torunu olduğunu,oğlanların İstanbul’da yaşadığını,gızı da evereceğini,şimdiki gençliğin eskisi gibi çalışkan olmadığını,saygı denen birşeyin kalmadığını,kendisinin babasının yanında başı eğik oturduğunu,17 yaşında ev geçindirdiğini,aslında işsizlik denen birşeyin olmadığını,eğer Gerze’ye gelirse mutlaka Sazak köyüne uğramamı istemesini ,detaylarıyla anlattı.Neyse ki enerjisi kalmamış olacak ki,motoru arıza yapan Toros’lar gibi önce son bi kaç önerme ve öğütle tekledi,daha sonra ise şapkasını yüzünün yarısını kapatacak şekilde ayarladı,motoru kapattı ve uyku moduna aldı kendini.O sırada biri su istedi muavinden.Daha sonra ise ben dahil, 9-10 kişi daha su istedik.(Uzun yolculuklarda genelde çoğu insan muavini en önden çağırarak su isteme zahmetine girmez,başka biri istesin,sonra bana daha yakın biri istesin,o zaman ben de isterim diye düşünür).Etrafıma bakıyorum,kulaklıklı çocuk hariç herkes mışıl mışıl uyuyor.Otobüste uyuyamayıp saatlerce sıkıntıdan patlayanlardan biri olduğum için molayı dört gözle bekliyorum.Dışarda,uzaklardaki küçük ışıkları izliyorum bi süre.Gözüm arada karşımdaki kıza kayıyo,cama dayadığı yastığıyla mışıl mışıl uyuyo.Küçüklükten beri alışkanlık edindiğim gördüğüm herşeyi okumaya çalışıyorum,Uğur Derin Dondurucu’nun yarısı paslanmış devasa tabelasını görüyorum tepede.Bilinçaltım hemen aklıma Mehmet Ali Erbil’in beyinlerimize kazınmış parmak işaretini aklıma getiriyo.O sıra otobüsün içinde bir sineğin olduğunu farkediyorum.Uyuyanların önünden ikram servisinin arta kalanlarını kendisine servis etmekle meşgul.İçeriye çok basık bi hava hakim.O kadar çok uyuyan var ki illa ki birileri içerideki havayı değiştirmek için kimyasal gazları ortama istemeden de olsa salmıştır diye düşünüyorum.Neyse ki mola yerine geliyoruz.Kapıdan iner inmez esneyen,ruküya inerek ayaklarını dinlendiren,gerilen insanlar hep birlikte temiz havayı içlerine çekiyorlar.Çoğu ,ciğerlerinin ‘’Abi nerde kaldı bizim Winston,5 saat oldu öldük bee ‘’ çağrısına uyarak hemen bi sigara yakıyorlar.Suratlarındaki ‘’Ohh beee ‘’ ifadesi ,ilk çıkan dumanı havaya doğru üfürmeleri kendilerine geldiklerinin bir başka anlatım şekli.İçeri girerken kapının sağ tarafına dizayn edilen gözleme tezgahı ve yöresel orta yaşlardaki işinin ehli teyze,daha yeni uyanıp kendine gelemeyen insanlara kapıdan girerken kokusu tesir etsin diye ustaca kurgulanmış.Çoğu kişi (ben dahil) ,tüketicide çapraz algı yaratan bu taktiğe ‘’kurban giden üreticiler’’ kervanına katılarak gözlemeye doğru yürüyoruz.Hiç bir zaman taze olmayan özensiz çay,bazen yıkanmadığını bile öğrendiğim bardaklarla servis ediliyor.(Bir arkadaşım dinlenme tesislerinde çalışırken sormuştum kendisine, ve ‘’Hacı her bardağı yıkamaya kalksak yetiştiremeyiz zaten,sıcak suyu doldurunca gidiyo zaten lekeler,sadece biz değil herkes böyle yapar’’ tarzında bi cevap almıştım).Gözlemenin yanına ayran alıyorum.Gözlemeyi yerken önümde oturan yorgun adam yanımdan geçiyor.’’Şu koltuğu 120 derece açıya getirirken hiç mi düşünmüyosun arkandaki adamı be adam ‘’ bakışı atıyorum gözlemeyi ısırırken.Yorgun adam da ‘’Dua et 150 yapmadım’’ gibi bi bakışla karşılık veriyor bana tuvalete giderken.Dinlenme tesislerinde işedikten ve bişeyler yiyip içtikten sonra kalan vakti değerlendirmek için yolcuların bir numaralı tercihi olan incik boncuk kısmında dolaşıyorum.Tozlanmaya yüz tutmuş süs eşyaları,yöresel lokumlar,kestane şekerleri,pişmaniyeler,anahtarlıklar,havlular,hediyelik eşyalar.15 dakika bakıyorum ve sonunda Cocostar,susamlı çubuk kraker,çokonat ve sakız alıyorum.Dışarı çıkıyorum,molanın bitmesine 5 dk.var.Az önce kendine gelmek için içilen ilk sigaraların yerini,ihtiyaçlarını görmüş,karnını doyurmuş,kendine gelmiş insanların keyif sigarası alıyor.Otobüslerin önünde tek sıra halinde dizilen boy boy,çeşit çeşit insanlar; elindeki ahı gitmiş vahı kalmış fırçaya işkence ederek otobüsleri yıkayan kır saçlı abileri izleyerek sigaralarını içiyorlar.Anonsu da duyarak yavaş yavaş otobüslere binmeye başlıyoruz.Molanın verdiği enerji,bacaklarımı dinlendirmem,biraz olsun iyi geliyo bana.Artık herşey hazır;atıştırmak için şekerli ve tuzlu zulalarım,az sonra servis edilecek Fanta’m,(Aslında Yedigün ama otobüs ikram tarihinde sarı olan herşeyin ismi Fanta diye geçer ) ve okumak için fırsat kolladığım kitabım.Moladan sonra korkulan olmuyor ve yanımdaki amca elimdeki kitabı görerek ‘’en iyisi ben hiç lafa girmiyim’’ bakışı atıyor bana hafiften de gülümseyerek.Bi süre kitap okuyorum,sonra nasıl olduysa uyku bastırıyor.Tepe lambamı kapatıyorum ,uykuya dalıyorum.Saatler sonra muavinin sabah servisi anonsuyla uyanıyorum,o sıra gece vızır vızır dolaşan sineği daha net görüyorum,o da sabah servisini bekler gibi sinsice havada turluyor.Önümdeki ıslak mendille göz çapaklarımı siliyorum(ağzından akan salyaları sildi,çapakmış,hee,sanki 13 saat uyudu).Kahvaltı için verilen keki çayla birlikte mideye indiriyorum.Bi süre sonra da Gerze’ye geliyoruz.Yanımdaki amcayla vedalaşıyorum,’’Yoğurdun içine gatıp yersin’’ diyerek bir bütün mısır ekmeği veriyo bana,üstüne de hayır duasını alıyorum amcanın.11 saat süren yolculuk Sinop Otogar’ında son buluyor. 
                                                                                                                    

                                                                                                                                    Devam edecek ..

11 Ocak 2013 Cuma

''Duygu Seli''m

              Pazartesi sabahı yine zar zor kalkabilmişti Selim,hemen Murattı sigarasından yaktı bi tane,yatmadan üşendiği için gömleğini bile ütülememişti,gri bi gömleğin üzerinde çok fazla özenmeden iki gezdirdikten sonra traş olmak için lavoboya gitti,kravatını çantasının kenarına tıkıştırdı,üstüne ceketini alarak evden çıktı.Her sabah aynı menüdeki kahvaltısını aynı pastanede yapardı.(bi porsiyon kürt böreği (aşırı bol pudralı),ve iki bardak şekersiz açık çay).Daha sonra da koşar adım vergi dairesindeki işine yetişmeye çalışırdı.İş yerindeki ambians 2 yıldır hiç değişmemişti.Duvarda,hemen köşedeki Selin Eczanesi'nin sus işareti yapan hemşireli duvar saati,dönerken takır tukur ses çıkarıp bi süre sonra çin işkencesi hâlini alan vantilatör,emekli olmasına 3 yıl kalmış ama enerjisi hiç bitmeden bıdır bıdır konuşan Saniye Hanım,ve Selim'in kanının hiç uyuşmadığı İbrahim Bey.
               Memurluğu,üniversiteden mezun olduktan sonra öylesine sınava girerek kazanmıştı Selim.3 katlı müstakil ahşap bi evin 3.katında kirada oturuyodu.Tanıyıp tanıyabileceğiniz en üşengeç insandı kendisi.Günde iki paket,bazen daha fazla sigara tüketiyodu.Evin 3 tarafı kapalı olduğu için ev çok fazla güneş almıyordu.Yan taraftaki apartman o kadar yakındı ki,komşusu Mehmet âbinin karısıyla her tartışmasını harfi harfine Selim de duymuş oluyordu.Tuvalete gittiğinde leptoptan en sevdiği klasik müzikleri playlist yaparak açar ve kapıyı aralık bırakırdı.Hayvanları çok seviyordu.Akvaryumu vardı bi tane büyükçe.Ayrıca bi de muhabbet kuşu besliyordu.Canı ne zaman sıkılsa,bi sigara yakar,balıkları seyrederdi uzun bi süre.Selim'i gören balıklar yemek saati diye düşünür,Selim'e doğru yüzerlerdi.Giyecek temiz bişi kalmadığında çamaşırlarını alt kattaki ev sahibine götürüp orada yıkardı.Yemek yapmayı bilmediği için hep dışardan sipariş ediyordu.Ev yemeklerini sadece ev sahibi Aylin Hanım getirdiği zaman yiyordu.Evin hâli Zeki Demirkubuz'un Yeraltı filmindeki Muharrem karakterinin evi gibiydi.Yaşıyordu,ama niye yaşadığını bilmiyordu.Bi beklentisi yoktu hayattan.Annesi her telefon edişinde dönüp dolaşıp lafı evliliğe getiriyordu,ama Selim'in evlenmek gibi bi niyeti yoktu.Hayatından pek memnun olmasa da bu monoton düzene alışmış görünüyordu sanki.Sabah işine gider,akşam mesai bitince evine gelir,balıklara yemini verir,kuşun suyunu değiştirir,armut koltuğuna oturup nete girer,sıkılınca film açar,pes oynar,arada kitap okur,uykusu gelince de olduğu yere sızardı.Kül tablasını ağzına kadar tıka basa dolunca boşaltırdı.Aslında çok istiyordu Monte Cristo Kontu'ndaki Sir Edmont Dantes'in hapishanedeki akıl hocası gibi birinin tekrar onu hayata döndürmesini,fakat etrafında ona yardım edebilecek hiç kimse yoktu.Arada pek bi manzarası olmayan balkona çıkar,üst üste sigara içerdi.O gün karşı apartmana birilerinin taşındığını görmüştü.Balkondan öylesine aşağıya bakarken biri dikkatini çekti.Eflatun elbiseli,etrafına gülücükler saçan,kendi yaşlarında,düz kumral saçlı bi kızdı gördüğü.Saçlarına özenle baktığı belliydi.Annesi eşyaları taşıyan nakliyatçılara ''Aman dikkat edin evladım'' diye seslenirken; Selim,kızı bi süre izledi balkondan.Ta ki kız da bi ara yukarı bakıp Selim'i balkonda görene kadar.Bi anlık refleksle kafasını içeri çekti.İçeri geçtiğinde perdeyi aralayarak bi süre daha izledi kızı.

           Yaz akşamları Üsküdar'ın ayrı bi havası vardı.Vapurların ''kalkıyoruz millet'' ,ya da ''yanaşıyoruz aabi haberiniz olsun'' modundaki iki farklı korna sesleri,martıların seslerine karışıyor,biraz da olsa Selim'in balkonuna kadar geliyordu.Selim,artık kızla balkonda karşılaşırız umuduyla durmadan balkona çıkıyor,kızın odasını izliyordu.Monoton hayatında yapılacaklar listesine onu balkondan izlemek de eklenmişti.
           Selim,o pazar günü,kahvaltısını balkona kurmuştu.Daha sonra Chuck Palahniuk'un Gösteri Peygamberi adlı kitabını okumaya başladı armut koltuğuna uzanarak.Kitabı okurken balkona,mandalla sıkıştırılmış kağıt parçası düştü bi anda.Hemen mandaldaki kağıdı açtı. ''Sapık mısın yaa !! bi daha dikizlersen seni şikayet edicemm !...'' yazıyordu kağıtta.Kağıdı okur okumaz afalladı Selim,böyle bi şey beklemiyordu,üzülmüştü,belli etmese de içten içe kendini yiyordu.Artık bakmamaya çalışıyordu karşı daireye.Aradan bi kaç gün geçtikten sonra yine balkonda sigara içerken bi kağıt daha geldi mandalla.''Geçen gün ki yazdıklarım sadece şakaydı :)Duygu ben '' yazıyordu.Selim hemen bi kağıt kalem aldı.''Selim ben de'' yazarak kağıdı mandala sıkıştırdı ve karşı balkona attı.Duygu'dan ''memnun oldum :)'' cevabı geldi bi süre sonra.Selim'' ben de :) ''diye karşılık verdi.Mesajlaşma,böyle devam etti uzun bi süre.Selim'in en büyük tutkusu bu olmuştu artık.İşten gelir gelmez balkona çıkıyor,etrafına bakınıyor,ve müsait olduğunda kağıdı karşı balkona atıyordu.Sonra içeri geçiyor,balkona gelecek kağıdı bekliyor,gelen kağıdı koşar adım alıp açıyor,hemen ardından cevap gönderiyordu.Duygu'nun yazdığı kağıtların hepsini saklıyordu,duvara asıyordu,buzdolabına yapıştırıyordu.Bi süre sonra her yer Duygu'nun notlarıyla doldu.Artık kahve içmek istediğini açık açık söylemek istiyordu.Bi kaç kere denedi ama gönderemedi kağıdı.Sonunda ''benimle bi gün kahve içmek ister misin ?'' diye yazarak kağıdı gönderdi.Cevap için bi kaç saat bekledi Selim.Sonunda beklenen kağıt geldi.''Hayır'' yazıyordu sadece.Çok üzülmüştü bu duruma Selim,umutlanmıştı oysa ki,kesin evet der diye düşünüyordu.Cevap gönderemedi bi süre,ne yazacağını bilmiyordu.Armut koltuğunda oturmuş,bişeyler yazıp yazıp karalıyordu.O sırada bi kağıt daha geldi balkona,açıp baktı hemen.'' Hiç sormayacaksın sanmıştım :)) '' yazıyordu kağıtta.Selim eliyle ''ollley beeee !...'' işareti yaparak hemen cevap gönderdi.
          O haftasonu buluştular Salacak'ta.Sahil boyunca yürüdüler.Kız Kulesi'nin içindeki kafede kahve içtiler.Sonrasında eve döndüler.Selim için ilk buluşmada herşey yolunda gitmişti.Kendini istediği gibi tanıtabilmişti.Duygu'yu tanıdıkça daha da hoşlanıyordu ondan..Notlar notları,buluşmalar buluşmaları takip etti.Arkadaş olarak başlayan bu ilişki kısa süre sonra sevgili moduna dönüştü.Telefon numaralarını bilerek almadılar.Kağıtla haberleşmek istediler,onlar için bi anı olarak kalacaktı bu.Selim'in hayatı sarı bi mandala tutturulmuş bi kağıt parçasıyla değişmişti.Duygu,Selim için bi başlangıç olmuştu.Hayata tekrar tutunmaya başlamıştı Selim.Duygu'nun annesiyle tanıştılar bi akşam yemekte.Daha sonra babasıyla da tanışmıştı.Babası işi gereği çok şehir gezmişti.Şimdi de İstanbul'a yerleşmişlerdi.Selim,hem annesi,hem de babasına çok sevdirmişti kendisini,normalde evliliğe uzak biriydi,fakat Duygu'yla tanıştıktan sonra gün geçtikçe daha da sıcak bakmaya başlamıştı evliliğe,konusunu açmayı bile düşünüyordu.15 ay geçmişti tanışmalarının üzerinden,artık karar vermişti Selim.En azından evlilik hakkında ne düşündüğünü öğrenmek için Duygu'nun ağzını arayacaktı.Yine bi gün Selim'in evinde yemek yedikten sonra film izlemek için otururlarken Duygu,Selim'e ''sana önemli bişi söylemem lazım'' dedi.Selim o sıra içinden ''benden önce mi söylicek acaba ?'' diye düşünürken; Duygu,babasının hiç planlarında olmayan bir işi için tekrar Adana'ya taşınmak zorunda olduklarını,uzaktan ilişkiyi yürütemeyeceğini düşündüğü için de şimdiden bitirmenin daha mantıklı olacağını,zaten evliliği de hiçbir zaman düşünmediğini söylemişti.İşte o an Selim'in başından aşağı kaynar sular iniyordu.Gözleri karardı,hiçbir şey diyemedi,ne kadar ısrar etse bi işe yaramayacağını biliyordu.Uzaktan deneriz diye ısrar etse de istemiyordu Duygu.3 gün sonra,yağmurlu bi günde taşındılar.Giderken o sarı mandalı Duygu'ya verdi Selim,''Bi daha kimsenin canını benim kadar yakmak istemiyosan bu mandalın arasına tutturduğun kağıtları yazmadan önce iyi düşün'' diye de fısıldadı kulağına.Ağlamamak için zor tutuyordu kendisini.Son kez sarıldı sıkı sıkıya,ıslanan saçlarını kokladı,içine çekti teninin kokusunu.''Elveda'' diyebildi sessizce.Sonra ardına bakmadan sokağın köşesini dönerek kayboldu.Seviyordu hâlâ,fakat nefret de ediyordu,artık yapabileceği bişey yoktu,kabullenmek,unutmak zorundaydı.
                 Yine eski hayatına döndü.Yine ev dağınıklaşmaya başladı,yine balkona çıkıp üst üste sigara içmeye,yine olduğu yerde uyuyakalmaya başladı.En ufak bi harekette gıcırdayan ahşap zeminin sesi,muhabbet kuşunun sesi,akvaryumdaki motorun sesi,komşuların bağırış çağırışları,sigarayı içine çektiğinde filtreden çıkan sesi,arada bir buzdolabından çıkan motorun durma sesi,dışardan gelen seyrek korna sesleri,karşı apartmanlardaki klimaların sesi..Saatlerdir oturduğu armut koltuğunda hepsini duyuyordu Selim,hepsini,ayrı ayrı duyuyordu.Yaşayan bi ölü gibiydi.Avucunun içinde muhabbet kuşunu okşayarak,gözleri saatlerdir balkonun zeminine odaklanmıştı..Bi mucize bekliyordu,sarı mandalla balkonun zeminine düşecek notun hayaliydi bu...





- "Bir insana yapılacak en büyük kötülük, ona umut verip sonra hiçbir şey olmamış gibi gitmektir." ( Friends )