9 Aralık 2015 Çarşamba

Yazmalı Kız

Karadeniz turumdaki son il olan Kastamonu’ya gitmek için Tosya’ya sabah saatlerinde varıyorum. Hava kapalı, her an yağmur yağacak gibi. Güzergahım Tosya-Kastamonu, ardından da Kastamonu-Cide. Tosya’da bir benzin istasyonuna Kastamonu’ya nereden otostop çekebilirim diye soruyorum. Bir adam duyuyor beni marketin içinde, gel seni atayım o tarafa gidiyorum diyor. Adamın Range’ine biniyoruz, kısa bir yolculuktan sonra beni müsait bir yerde indiriyor. Hem otostop çekiyorum, hem yürümeye devam ediyorum. İleride yolun kenarında bir ev görüyorum. Kovboy şapkalı amca bahçe işleriyle uğraşıyor. Yolun diğer tarafındaki elma ağaçlarını göstererek ‘’Elma alsam helal olur mu’’ diye soruyorum. Adam da bahçenin kendisinin olmadığını söylüyor. Eyvallah diyip yola devam ediyorum, biraz yürüdükten sonra arkamdan sesleniyor elinde birkaç tane elma ile: ‘’ Bir bardak ayran iç oğlum, için yanmıştır şimdi senin bu çantayla’’. Bahçeye davet ediyor beni. Mustafa amca ile sohbet ediyoruz kısa bir süre, tüm karadenizi otostopla dolaşıp kamp yaptığımı, şimdi de güzergahımın Cide olduğunu söylüyorum. Bu güzergahın pek tekin bir yer olmadığını, dikkat etmem gerektiğini de tembihleyerek yolcu ediyor beni. Elma, birkaç dilim köy ekmeği, ve bahçe domateslerini de çantama zorla tıkıştırarak yoluma devam ediyorum. İleride güzel bir yer bulup domates ile köy ekmeği yerim diye düşüne düşüne yürüyorum. Ardından yağmur yağmaya başlıyor. Yol kenarındaki evlerden birinin verandasına sığınıyorum. Bahçesi çok geniş, samanların üstüne atıyorum kendimi, çantayı çıkararak oturup dinlenmeye karar veriyorum. Domatesi çantamdan çıkarıp pantolonumda silerek bi ısırık atıyorum. Tam o sırada bir minibüs duruyor evin önünde. Anne kız olduğunu tahmin ettiğim iki kişi iniyor minibüsten. Yaklaşık 50 metrelik patika yolu koşarak evin önüne varıyorlar, beni görünce haliyle ikisi birden korkuyor. Hemen onlara yağmura yakalandığım için bahçelerine sığındığımı, yağmur dinince gideceğimi söylüyorum. Zararsız olduğuma inanmış olacaklar ki, hiçbir şey demeden evlerine giriyorlar. Eve girerlerken kadının kızıyla göz göze geliyoruz, yazmasının altında gözleri o kadar güzel parlıyordu ki yağmurda, böyle sahnelerin sadece filmlerde olduğunu hayal ediyordum onu izlerken. Onlar içeri girdiğinde yarım kalan domatesi mideye indiriyorum. Aradan 5 dakika geçer geçmez kadın pencereden beni içeriye çağırıyor: ‘’ Bişeyler yiyeceğiz oğlum, gel sen de atıştır acıkmışsındır’’. Rahatsız etmek istemediğimi söylüyorum ama çok ısrar edince kabul etmek zorunda kalıyorum. İçeri giriyorum, camın kenarında elinde tesbih ile bir nine oturuyor, birisini bekliyor gibi hep uzaklara bakıyor. Yada özlüyor gibi, hiç konuşmuyor, sadece tesbih çekiyor. Duvardaki saat, eski fotoğraflar, halılar, mobilyalar o kadar güzel ki büyüleniyorum ben bir süre odanın içinde. Yer sofrasında kahvaltı yapıyoruz, sofrada bir tek kuş sütü eksik, hayatımda yaptığım en güzel kahvaltı şüphesiz. O nasıl bir baldı öyle ? Peki o patatesli yumurtaya ne demeli ? Başını hiç kaldırmayan yazmalı kıza bakıyorum, yanakları al al olmuş utancından. O sırada yıldırım aşkına inanmayan benim fikirlerimi bile değiştirecek, evliliği hiç düşünmeyen benim gibi birine bile hayaller kurdurabilecek kadar güzel olduğunu görüyorum. Onlara da kısa yol hikayemi anlatıyorum. Kahvaltı biter bitmez teşekkür ederek yolumun uzun olduğunu söyleyip izin istiyorum. Ninenin huzur kokulu elini öpüyorum. Aşağıya inerek çantamı, çadırımı ve matları ayarlıyorum. Tekrar teşekkür edip yola koyuluyorum. Bir süre sonra bir araç beni alıyor, Kastomonu’ya kadar onunla gidiyoruz. Beni otogarın kenarında bırakıyor. Daha sonra bir araçla Devrekani, diğer bir araçla Seydiler, diğer bir araçla Ağlı’ya kadar gidiyorum. Ağlı’da akşam oluyor. Ağlı şehir merkezini geçip (Şehir merkezi dediğim 1500 nüfuslu ufacık bir yer) bir süre daha yürüyorum. Akşam olduğu için pek gelen giden yok, geçenler de durmuyor haliyle in midir cin midir diye düşünerek. Yolun kenarında küçük 10 haneli bir köy görüyorum. Oraya gidip caminin bahçesine oturuyorum. Cide’ye yanına gideceğim arkadaşı arayıp Ağlı’ya yaklaşık 2-3 km ilerideki bir köyün camisindeyim diyorum. Cide Ağlı arası 83 kilometre. Arkadaşımı beklerken konuşmasından içmiş olduğunu düşündüğüm bir adam geliyor yanıma arabasıyla. Köyün muhtarıymış, kimsin nesin diye soruyor. Akşam olduğu için yolda kaldığımı, Cide’den arkadaşım gelene kadar burada oturup bekleyeceğimi söylüyorum. Hiçbir şey söylemeden arabasına güç bela binip yola devam ediyor. Aradan 5 dakika geçer geçmez elektrikler gidiyor. Etraf zifiri karanlık oluyor. Ardından 2-3 tane polis arabası caminin önünü kapatıp farlarını bana doğrultuyorlar. Ellerimi kaldırıp yere yatmam gerektiğini söylüyorlar. Kimlik kontrolü ve üzerimi aradıktan sonra çantamdaki her şeyi yolun ortasına döküyorlar. Ardından çantayı tıka basa toplattırıp karakola geçiyorum. Orada da sorguya çekiyorlar. Ne iş yaptığımı, nerede çalıştığımı, nerelere gittiğimi, her şeyi detaylarıyla soruyorlar. Daha sonra arkadaşım geliyor, ona direk karakola gelmesini söylüyorum. Karakola geldikten sonra onu da çapraz sorguya alıyorlar. Daha sonra zararsız olduğumuzu anladıktan sonra sohbet etmeye başlıyoruz. Uzun zaman sonra bir olay olunca şaşırmış onlarda orda haliyle. Yemek söylüyoruz, çayları içiyoruz üstüne de.Sohbet koyulaşıyor, paralellere küfür edip bize içini döken başkomisere katlanıyoruz bir buçuk saat boyunca. Gecenin sonunda, bizim sarhoş muhtarın caminin orda terörist yakaladım diye millete hava atmasını duyup gülüyoruz arkadaşla. Alacağın olsun ayyaş muhtar ! Terörist he ? Daha sonra da polislerle vedalaşıp yola koyuluyoruz. Cide’ye geliyoruz, çantaları deniz kenarındaki eve bırakıp üstümüzü değiştirdikten sonra arkadaş hadi denize girelim diyor. Böyle bir günün üstüne deniz de ne güzel olur lan diye düşünerek koşa koşa denize atlıyoruz. Çarşaf gibi denize yakamoz da eklenince harikulade bi görüntü olmuş.
           O sıra yazmalı kızı, yağmurdan tebessüm ederek kaçışını, gözlerini, utangaç bakışlarını, sade ayakkabılarını düşünüyorum. O da beni düşünmüş müdür acaba ? En azından o gece ?



Not: Yol fotoğraflarım için bkz. İnsta: pazartesigiydimfesi

7 Ocak 2015 Çarşamba

28

Bacaklarının arasına koyduğu yastığından ayrılmak istemiyordu 28, alarmı 3 ya da 4 kere erteledikten sonra mecburen yatakta dikildi, yandaki komşu evinin çatısı odasının penceresi ile bitişikti, pencerenin yüzde 20’si dışarıyı görüyordu. Gözü o boşluğa dikildi, üzerindeki karları silkeleyen iki kumru da 28’e bakıyordu. Kar yağmış, her yer beyaza bürünmüştü. Mutfaktan helva alıp küçük parçalara bölerek komşunun çatısına koydu, kısa süre sonra kumrular afiyetle temizlediler helvayı. Kumruların helvayı çok sevdiğini önceden biliyordu 28. Cezveye süt koyup en kısık dereceye aldı, elini yüzünü yıkadı, hiçbir zaman yüzüne suyu vuramazdı, bi keresinde dedesine havlu tutarken dedesinin yüzüne iki eliyle suyu vurarak ardından sanki o bütün suyu burnundan çıkartırmışçasına hönkürdüğü aklına geldi. Hiç öyle dedesi gibi suyu yüzüne vuramamıştı şimdiye kadar, bu sabah da vuramadı. Sütü Hollanda’dan gelen arkadaşının hediye ettiği kupaya döktü, iki elinin arasına alarak pencere kenarına geçti, neredeyse bütün kış evdeyken üzerinden çıkarmadığı depresyon hırkası üzerindeydi. Pencereden dışarıya baktı, karşı apartmandaki 35’li yaşlarda ve banka sektöründe çalışıyormuş izlenimi veren bayan komşu, bahçedeki arabanın başında donan sileceklerini temizlemeye çalışıyordu, böyle havalarda sileceklerini akşamdan kaldıracağını bilmiyor gibiydi, pencereyi açıp ‘’sıcak su dökmeyin sakın, daha kötü olur’’ diyemedi tabi 28. Babasının Libya’dan getirdiği nostaljik saate baktı, programına göre 4 dakika içinde evden çıkması gerekiyordu. Üzerini değiştirdi hemen, dış kapıyı kapatır kapatmaz sütü yarım bıraktığını ve annesinin akşam söyleyeceği ‘’Sütü yarım bırakmışsın yine oğlum’’ azarını hayal etti. Arabanın tüm lastiklerine baktı, orta sınıf Hollywood filmlerindeki Teksas şeriflerinin durdurdukları arabada yaptıkları gibi işaret parmağını arabanın üzerinde gezdirerek arabayı dolaştı. ( Gören de Mossad’ın kırmızı bültenle aradığı Mit ajanı zanneder. Alt tarafı basit bir mesleği vardı. ) Arabayı açtı, arkadaşının bir ara fazla diye verdiği düğün havlusunu alarak arabanın ön camındaki karları sildi, akşamdan kaldırdığı silecekleri indirdi, işyerine gideceği 3 güzergahtan birini yol çalışması, diğerini ise çok rampa olduğu için eledi, kalan diğer seçeneği kullanarak işyerinin yolunu tuttu. Klimayı açmak için ‘’Isın artık motor g.tüm dondu’’ diye iç geçirirken radyoda yine ‘’bizleri bu sabah yine yalnız bırakmayan siz değerli dinleyicilerimiz’’ tarzındaki samimiyetsiz spikerleri dinledi bi süre. Neden bu kadar yapmacığız lan ? dedi kendi kendine, hayatın büyük bi tiyatro olduğunu düşündü, Moulin Rouge adlı müzikal filmindeki gibi herkes ne yapması gerektiğini harfi harfine biliyor, ve rolünün hakkını mükemmel bir şekilde veriyordu. Binlerce çeşidi geldi aklına 28’in. 
Lüks mekana giderek check-in yapan ilgi manyakları. Sanki çaya şeker atanlar tükakaymış gibi düşünen ‘’ beğn şeker kullanmıyorumm ‘’ cular. ‘’Ben televizyon izlemiyorum yaa, çok boş’’ , ‘’Ben facebook kullanmıyorum ya ergen dolu orası’’ diye düşünen farklı olma çabalarındakiler. Her gün sosyal medya sitelerinde ortalama 16 saat mesai yaptığını anlayamayan bizler. Sadece orada bulunduğunu çekeceği özçekimle sosyal medyaya duyurmak amaçlı sergilere giden entelektüel çakmaları. Şirket maillerindeki, Hamza Dayı’nın ‘’Hamza Bey merhaba, …. …. … bilgilerinize sunar, iyi çalışmalar dilerim’’ e geçiş sürecindeki kadim yolculuğu. Kademe için birilerinin omzunun üzerindeki kepekleri özenle alan Buğra Bey’ler. Yeni aldığı Ulysse Nardin marka saatini gömleğinin üzerine çıkararak tüm restoranın duyacağı şekilde parmağını şıklatıp ilgiyi üzerinde toplamayı seven gösteriş meraklısı Timur Bey’ler. Sıtarbakstan aldığı grande boy mocha, kutsal bir kitapmışçasına göğüs ve kolları arasına sıkıştırdıkları notebook ve janjanlı kabı olan ayfon beş es üçlüsüyle öğle yemeğinden dönen Ebru Hanım’lar… Hepsi rollerinin hakkından geliyor gerçekten diye düşündü 28.

                   Daha yeni 28 yaşına girmişti. Başka seçeneği olmadığı için seviyorum gibi yapıp aslında sevmediği bir mesleği, pek kimsenin bilmediği kıyıda kalmış ama güzel filmleri araştırıp hemen hemen her akşam izlemesi, her salı yaptığı dörtlü pes turnuvası, yüksek lisans için gidip bir günde 14 saat derse girdiği cumartesi günleri, biraz daha uyuyim diye diye öğlen ortalama 12.30’a kadar uyuduğu, ardından da gün içinde 2 film izlediği standart pazar günleri ve aşk hayatındaki son başarısız denemesinden ibaretti 28’in hayatı. Artık kadınlara bağlanılmaması gerektiğini anlamıştı. Dünyanın en büyük kumarı aşk ruletiydi, böyle diyordu 28. Ya kazanır, ya da kaybederdin.
Bazen aşk, insanı kalabalık bir öğrenci evinde akşamki partiden kalan cips kabının dibindeki cips parçaları ve sigara küllükleri gibi hissettirir, ya da halının püskülüne takılan patlamış bir balon gibi.Kendini kötü hissedip bunalıma girmenin, içeriğinde ayrılık, nefret ve isyan dolu sözler bulup feysbukta paylaşmanın, Sezen Aksu dinlemenin de bi işe yaramadığını biliyordu.
                İşyerine geldiğinde kar iyice yoğunluğunu arttırmıştı, o gün yapacağı pek iş yoktu. Kendini kötü hissettiğinde Kuleli’ye gidip balıkçılarla sohbet eder, çay içerdi. Fakat hava kötü olduğu için onu da yapamadı. Birşeyler karalamak istedi doğaçlama. Bugün ne yaptığını yazacaktı, ‘’ee eee bugün hiçbir bok yapmadım ki ben’’ diye geçirdi iç sesi. Kendine tek iyi gelen şeyin yazmak olduğunu düşündü. Bir an İrlanda’daki deniz feneri manzaralı otel odasına kendini kapatıp yeni yazacağı kitapla kariyerinde sıçrama yapmak isteyen az bilinen bir yazar gibi hissetti kendini. Kahve yaptı önce kendine, sonra da saçmalaya başladı.
..Bacaklarının arasına koyduğu..


22 Nisan 2014 Salı

Vıcık Sabun Ticareti

Küçükken alıştırma evresinde dişlerimizi bazen babamla beraber fırçalardık.Malumunuz eskiden kalıp sabunlarla yıkardık ellerimizi de,hatta sabunlar yeterince küçülünce yenisiyle yıkamak ister,küçük sabun parçasıyla uğraşmak istemezdik.Yine bi gün dişlerimizi fırçalarken babama '' Baba ? Bu sabunların neden bulaşık sabunu gibi olanını yapmıyorlar,böylece küçük sabun parçaları da ziyan olmaz'' dedim.Babam da ''affferin oğlum mükemmel bir fikir'' dedi ve sıvı sabun işine giriştik böylece.O akşam dönüm noktamız olmuştu,sıvı sabunun mucidi bizdik babamla.Şu anda da ülkenin en büyük işadamlarından biri olan babam,benim buluşumla zengin oldu diyebiliriz.Unutmayın !.. Hayal etmekten,etrafınızı sürekli dikkatle inceleyip irdelemekten çekinmeyin,hayatınız her an değişebilir.

.......................
.......................
.......................
.......................
.......................
.......................
......................
......................
.....................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
......................
Şaka lan tabi, babam o akşam ''boş boş konuşma hadi yıka elini yüzünü sonra da doğru yatağa! demişti,ama sıvı sabun fikrini ben o akşam gerçekten düşünmüştüm.Sonra da birileri köşeyi döndü zaten.Yok ki garajımız icat çıkartalım anasını satayım.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Musa Bey

       


             Musa Bey,sonunda emekli olmuş,emekli ikramiyesi ve 25 yılı aşkın süredir biriktirdiği parasıyla Edirne’nin küçük bi köyünden aldığı çiftlik evine kavuşabilmişti.Ev,etrafını çevreleyen günebakan tarlasının tam ortasında,ön tarafında büyükçe çardağı,çeşit çeşit sebzelerin olduğu bahçesi,tavuk kümesi ve köpek kulübesi olan ahşap yapıdaki 2 katlı eski bi yapıydı.Musa Bey,sabah kalkıp gün boyu bahçe işleriyle ve beslediği hayvanlarla ilgilenirdi.Daha sonra ise günbatımına doğru kahvesini alır,ayçiçeği tarlasının mükemmel manzarası eşliğinde her zaman oturduğu sallanan sandalyesine oturarak kitabını okurdu.Hayatında en çok hayal ettiği,en çok yapmak istediği böyle bi manzara karşısında saatlerce kitap okuyabilmekti ve sonunda hayaline kavuşmuştu.Onu tek üzen kahvesini kendisinin yapmasıydı.Eşi Deniz Hanım,7 yıl önce kalp yetmezliğinden vefat etmişti.Hayalinde eşiyle beraber ömür boyu burada yaşamayı düşlüyordu.Ön bahçede çamaşırları asan Deniz Hanım’a Musa Bey gizlice gelecek,‘’Herkese dünyada cenneti görmek nasip olmaz Deniz Hanım’’diyecek,doyasıya sarılacak,’’Hiç gitmeyelim buradan,öleceksek de burada ölelim,burada,bu evde’’ diyecekti.Musa Bey’in kendi dünyasında kurduğu bu hayaller film setinden bi sahne olsa ve dünyanın en iyi yönetmeni bu filmi çekse’’Kestikkk ‘’ diyemezdi,o kadar kusursuz ve saftı onların aşkı.
              Hasat zamanı ailesiyle birlikte köyden gelen Bekir Bey,ayçiçeklerini toplardı.İlaçlama,hasat ve pazarlama işleri Bekir Bey’in göreviydi. Sadece hasat zamanı değil,diğer zamanlarda da Musa Bey’in neredeyse bütün ihtiyaçlarıyla ilgileniyordu.Musa Bey,Bekir Bey’e emeğinin karşılığını fazlasıyla veriyordu.Bekir Bey,lakabı Koca Bekir olan,Fareler ve İnsanlar’daki Lennie karakteri gibi çok güçlü,iri kıyım bi adamdı.
              Evde televizyon,cep telefonu,bilgisayar gibi teknolojik hiçbirşey yoktu.Sadece babasının küçükken hediye ettiği antika radyosu vardı.Musa Bey,arada olan bitenleri radyo vasıtasıyla öğreniyordu.
             İki kızı vardı Musa Bey’in ve ikisi de darılmışlardı babalarına.Ne kadar yalvarsalar da Musa Bey onları dinlememiş;bütün arkadaşlarını,akrabalarını,geride herşeyini bırakıp Edirne’ye bir köye,çiftlik evine yerleşmişti.Kızlarıyla soğuk vedalaşmıştı Musa Bey bu yüzden.Bazen,kitap okurken kafasını kaldırır,yola bakar,kızlarının geldiğini,sıkı sıkıya onlara sarıldığını hayal ederdi.Özlüyordu çok,ama bi kere bile olsun gitmedi kızlarının yanına.
Günler ayları,aylar yılları kovaladı.Musa Bey,hayatından çok memnundu.Ömrünün sonbaharını ilkbahara çeviren ev,onu gün geçtikçe gençleştiriyordu sanki.Fakat sağlık sorunları arada onun rahatını bozuyordu.Kronik kalp hastasıydı Musa Bey’de eşi gibi.Yine bi gün çardakta kitabını okurken nefes alamamaya başladı,gömleğinin yakasını açacak,kolonya dökecek bile kimsesi yoktu.Ardından sandalyeden yere düştü,başında Berduş olanca gücüyle havlıyordu.Sonra birilerinin çiftliğe yaklaştığını hissederek var gücüyle koştu,biraz ileride Koca Bekir,ve yanında Musa Bey’in kızları göründü.Koca Bekir ve kızları köpeğin havlayışından kötü bişey olduğunu anlayarak çiftliğe doğru Berduş’la birlikte koşmaya başladılar.Çardağa geldiklerinde artık çok geçti,Musa Bey gözleri açık ve sanki tebessüm edermişcesine kızlarına bakıyordu.Son gördüğü kızları oldu dünyada,diğer tarafta ilk göreceği de eşi Deniz Hanım olacaktı,kimbilir..
Battaniyenin altından engerek yılanı gibi sinsi sinsi giren sabah ayazının soğuğu Musa’yı uyandırdı,daha sonra annesi seslendi,’’Kalk artık oğlum,kahvaltı hazır ekmek al gel  hemen’’ .Zar zor yataktan doğrulan Musa,hemen radyoya koştu,güzelce inceledi,göğsüne sardı onu.O sıra annesi tekrar ‘’Napıyosun oğlum radyoyla iyi misin?Git ekmek al gel hemen’’ diye söylendi mutfaktan.Gülümsedi Musa,o çiftlik için çok çalışması gerektiğini biliyordu.Ama şuan iki ekmek alacak bile parası yoktu.’’Babaaaa ‘’ diye seslendi üstünü giyinirken, ‘’ Bozuk para versene,ekmek alıcam’’.





6 Ağustos 2013 Salı

Selam

               Selam ben iç sesin, ya da içinden hep geçirdiğin fakat kimseye söyleyemediğin sırların. Mesela feysbukta hergün görüp de silmek istediğin fakat silemediğin, hayatından çıkarmak istediğin ama her nedense çıkaramadığın insanlar gibi.. 
               Selam ben feysbukta her akşam kenardaki uyarı sayesinde gördükten sonra duvarına yazdığın ''karrdeşim doğum günün kutlu olsun görüşemiyoruz yaa buluşalım bi ara:-)))) '' tarzı samimiyetsizlik kokan yapmacık cümlenim.
              Selam ben hem haftasonu arkadaşlarına patronun hakkında atıp tuttuğun abartılmış ve sokak jargonu ile süslenmiş laflarınım, hem de pazartesi günü patronuna ''Günaydın Gökhan Bey,nasılsınız :-))) '' derken suratının aldığı dünyanın en iğrenç ama en başarılı tebessümüyüm.
             Selam ben uzun zamandır aramadığın arkadaşını işin düştüğü zaman aradıktan sonra sadede gelmeden önce sorduğun yılışık, iğrenç ''kanka naber yaa'' sorusuyum.
             Selam ben senden hoşlanan X adında biri varken ona olumlu ya da olumsuz cevap vermeyip ''zaten X cepte hacı Y ile olmazsa onunla takılırım'' diye düşündüğün beş para etmez egonum.
             Selam ben hep düşündüğün ve korktuğun için yapamadığın herşeyi ardına bırakıp buralardan kaçıp gitme isteğin, her gece yatağına girdikten sonra kendine sorupta hiçbir zaman cevap alamadığın kazık sorularım.
              Selam ben bu hayattan gerçekten ne istediğini bilememenin verdiği çaresizliğin, vurdumduymazlığın, üşengeçliğin, umursamazlığın, bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantalitenim. Bütün bu saydıklarım ve diğerlerinin iliklerine kadar işlendiği denetim mekanizmanım, senin lanet olası bi zombiden farkın yok ve ben seni bir kukla gibi yönlendiriyorum.
              Selam ben bilerek veya bilmeyerek kendi yıkımını hazırlamış ve bunun sonucunda kendini yabancılaşmış, sapına kadar yalnız hisseden insan modeli. Çoğumuz öyleyiz fakat pek azımız bunu kabulleniyoruz.
             Selam ben kendini teoride dürüst gösterip, karaktersiz, ciğeri beş para etmeyen, bi ortamda A’nın arkasından konuşup, başka bi ortamda A’yı övücü sözler sarfeden, kulisin kralını yapan pisliğin tekiyim.Herkes beni dürüst,efendi biri sanıyo,ben de kendimi öyle biliyorum zaten,o kadar alıştım ki böyle davranırken farkında bile değilim,aslında özümde şerefsizim,ama millet beni iyi bi adam sanıyo.
            Selam ben aldatmayı çok normalmiş gibi icra eden,üstüne de bunu arkadaş ortamında ballandıra ballandıra anlatırken yüzünün aldığı egonu tatmin ediş şekli.
            Selam ben akrabalarının bütün üniversite hayatın boyunca ''Hesap no.nu söylesene yiğenim'' gibi değil de ''Harçlığın var mı oğlum,bak doğru söyle,valla bak yoksa gönderiyim?? '' şeklinde sorduğu çakallık kokan soruyum.
            Selam ben küçükken lavabodan çıktıktan sonra o korktuğun karanlık koridordan geçip oturma odasına can havliyle kendini attığın o 3-4 saniyelik ''yusuf yusuf'' hissi.
  Selam ben alarmı kalkacağı vakitten 15-20 dk.öncesine kurup 2 dk.da bi erteleyerek zevk alan insan modeli.
Selam ben küçükken belki de en son gerçek anlamda mutlu olduğumuz ''Geldik mi baba?Çişim geldi?Bu niye böyle?Dondurma alalım mı anne?Ne kadar kaldı?Bundan da alalım mı? vb. sorularıyım.
Selam ben diş fırçalarken defalarca yolunu kesmene rağmen dirseğe doğru kayan su,evet,çok inat bişeyim ben.
Selam ben duş alırken yabancı filmlerdeki gibi tek kolumla duvardan destek alarak yere hüzünlü hüzünlü bakarken annemin seslenmesiyle kendi özüme dönüp ''Çıkıyorum annnneea '' bağırışı..
Selam ben sokak lambasına kafasını durmadan vuran avare sineğim,ne bi amacım var,ne de bi beklentim.
Selam ben küçükken havucun dikenli tabakasına ulaşmak için Bugs Bunny gibi havucu gıdım gıdım kemirip çıkan tırtıklı tabakayla mutlu olan,ardından annenin ''Nimetle oynanmaz hepsini ye'' uyarısıyla istemeden de olsa geri kalanını yerken ki yüzündeki mutluluk-hüzün karışımı ifade.

         


    

8 Şubat 2013 Cuma

Sinop ( Vol.1 )


Dikey geçiş sınavında Sinop’u kazanmıştım .‘’Güze mi geçsek lan ? ’’ diye tereddütte kalarak hafif hafif esip arada es veren bi eylül akşamı,günlerden pazar,ebeveynlerim ve ben otogardayım.Geçen sene üniversitemin adını ‘’Marmara’’ diye yüksek sesle söyleyen ben; şimdi de kıytırık bölümümün sonuna serpiştirilen ‘’mühendisliği’’ ekini baskın bi sesle söylüyorum soranlardan intikam alırmışçasına.Israrla gelmeyin otogara gerek yok desem bile dinletemediğim aile bireylerimle vedalaştıktan sonra otobüse biniyorum ve orta kapıya yakın yerime,cam kenarına yerleşiyorum.Bizimkiler hemen dibimde biterek,ellerini orta hızdaki silecek misali bi sağa bi sola sallıyorlar.Sellektörü alan ben onlara uyuyorum aynı şekilde.Aksilik ya,otobüs de gitmiyo bi süre.Görünmeyen sol elimi sağ elimin dirseğinden destek yaparak biraz daha sallıyorum sağ elimi.Neyse ki otobüs kalkıyo 2-3 dakika sonra.Silecekleri durduruyorum.İçimden ,yanıma kimse gelmez umarım,hadi gelse bile en azından öğrenci falan olur da bi iki soruyla sohbet kapanır diye düşünüyorum.Daha sonra Gebze’de bize katılan amca otobüsün başından beri bütün numaralara sağlı sollu baktıktan sonra yanıma kadar gelerek,’’Burası 25 dimi oğlum’’ diye soruyor.’’Evet amcacım’’ diye cevaplıyorum ben de isteksiz bi tavırla.O sıra az önceki temennilerimi en aza indirgeyerek , ‘’Umarım hayırsız evlatları yoktur,ya da en azından durmadan soru sormaz’’ diye içimden geçiriyorum.Etrafımdaki insanları süzüyorum.Arkamda,kulaklıklığını otobüse biner binmez takarak ‘’rahatsız etmeyin ‘’ imajı veren uzun saçlı bir genç,sağ önümde önündeki torba ve çantalarla yolculuğun ileriki safhalarında onlara ayrılan alanı mesire yerine çevirecek bir çift ve ve iki çocuk,sağ tarafımda seyahat yastığı olduğu için kıskandığım ve öğrenci diye tahmin ettiğim uzun kıvırcık saçlı kız,arka taraflarda sadece sesini duyduğum uzun yolculukların her otobüste olmazsa olmaz ,‘’enerjileri hiç tükenmeyen ikili kız ’’ modeli,önümde koltuğunu masaj koltuğu modunda sonuna kadar arkaya yatırarak uyku moduna geçmiş orta yaşlarda yorgun kirli sakallı bi adam,yanımda ise yolculuğumun akıbetini belirleyecek en önemli unsur olan ‘’esrarlı bi amca’’ var.Önümüzdeki 2 saat boyunca,amcanın Gerze’li olduğunu (Gebze’den Gerze’ye ) ,3 oğlan bi gızı olduğunu,çiftçilikle uğraştığını,Bağkurdan emekli olduğunu,oğlanları everdiğini,5 tane torunu olduğunu,oğlanların İstanbul’da yaşadığını,gızı da evereceğini,şimdiki gençliğin eskisi gibi çalışkan olmadığını,saygı denen birşeyin kalmadığını,kendisinin babasının yanında başı eğik oturduğunu,17 yaşında ev geçindirdiğini,aslında işsizlik denen birşeyin olmadığını,eğer Gerze’ye gelirse mutlaka Sazak köyüne uğramamı istemesini ,detaylarıyla anlattı.Neyse ki enerjisi kalmamış olacak ki,motoru arıza yapan Toros’lar gibi önce son bi kaç önerme ve öğütle tekledi,daha sonra ise şapkasını yüzünün yarısını kapatacak şekilde ayarladı,motoru kapattı ve uyku moduna aldı kendini.O sırada biri su istedi muavinden.Daha sonra ise ben dahil, 9-10 kişi daha su istedik.(Uzun yolculuklarda genelde çoğu insan muavini en önden çağırarak su isteme zahmetine girmez,başka biri istesin,sonra bana daha yakın biri istesin,o zaman ben de isterim diye düşünür).Etrafıma bakıyorum,kulaklıklı çocuk hariç herkes mışıl mışıl uyuyor.Otobüste uyuyamayıp saatlerce sıkıntıdan patlayanlardan biri olduğum için molayı dört gözle bekliyorum.Dışarda,uzaklardaki küçük ışıkları izliyorum bi süre.Gözüm arada karşımdaki kıza kayıyo,cama dayadığı yastığıyla mışıl mışıl uyuyo.Küçüklükten beri alışkanlık edindiğim gördüğüm herşeyi okumaya çalışıyorum,Uğur Derin Dondurucu’nun yarısı paslanmış devasa tabelasını görüyorum tepede.Bilinçaltım hemen aklıma Mehmet Ali Erbil’in beyinlerimize kazınmış parmak işaretini aklıma getiriyo.O sıra otobüsün içinde bir sineğin olduğunu farkediyorum.Uyuyanların önünden ikram servisinin arta kalanlarını kendisine servis etmekle meşgul.İçeriye çok basık bi hava hakim.O kadar çok uyuyan var ki illa ki birileri içerideki havayı değiştirmek için kimyasal gazları ortama istemeden de olsa salmıştır diye düşünüyorum.Neyse ki mola yerine geliyoruz.Kapıdan iner inmez esneyen,ruküya inerek ayaklarını dinlendiren,gerilen insanlar hep birlikte temiz havayı içlerine çekiyorlar.Çoğu ,ciğerlerinin ‘’Abi nerde kaldı bizim Winston,5 saat oldu öldük bee ‘’ çağrısına uyarak hemen bi sigara yakıyorlar.Suratlarındaki ‘’Ohh beee ‘’ ifadesi ,ilk çıkan dumanı havaya doğru üfürmeleri kendilerine geldiklerinin bir başka anlatım şekli.İçeri girerken kapının sağ tarafına dizayn edilen gözleme tezgahı ve yöresel orta yaşlardaki işinin ehli teyze,daha yeni uyanıp kendine gelemeyen insanlara kapıdan girerken kokusu tesir etsin diye ustaca kurgulanmış.Çoğu kişi (ben dahil) ,tüketicide çapraz algı yaratan bu taktiğe ‘’kurban giden üreticiler’’ kervanına katılarak gözlemeye doğru yürüyoruz.Hiç bir zaman taze olmayan özensiz çay,bazen yıkanmadığını bile öğrendiğim bardaklarla servis ediliyor.(Bir arkadaşım dinlenme tesislerinde çalışırken sormuştum kendisine, ve ‘’Hacı her bardağı yıkamaya kalksak yetiştiremeyiz zaten,sıcak suyu doldurunca gidiyo zaten lekeler,sadece biz değil herkes böyle yapar’’ tarzında bi cevap almıştım).Gözlemenin yanına ayran alıyorum.Gözlemeyi yerken önümde oturan yorgun adam yanımdan geçiyor.’’Şu koltuğu 120 derece açıya getirirken hiç mi düşünmüyosun arkandaki adamı be adam ‘’ bakışı atıyorum gözlemeyi ısırırken.Yorgun adam da ‘’Dua et 150 yapmadım’’ gibi bi bakışla karşılık veriyor bana tuvalete giderken.Dinlenme tesislerinde işedikten ve bişeyler yiyip içtikten sonra kalan vakti değerlendirmek için yolcuların bir numaralı tercihi olan incik boncuk kısmında dolaşıyorum.Tozlanmaya yüz tutmuş süs eşyaları,yöresel lokumlar,kestane şekerleri,pişmaniyeler,anahtarlıklar,havlular,hediyelik eşyalar.15 dakika bakıyorum ve sonunda Cocostar,susamlı çubuk kraker,çokonat ve sakız alıyorum.Dışarı çıkıyorum,molanın bitmesine 5 dk.var.Az önce kendine gelmek için içilen ilk sigaraların yerini,ihtiyaçlarını görmüş,karnını doyurmuş,kendine gelmiş insanların keyif sigarası alıyor.Otobüslerin önünde tek sıra halinde dizilen boy boy,çeşit çeşit insanlar; elindeki ahı gitmiş vahı kalmış fırçaya işkence ederek otobüsleri yıkayan kır saçlı abileri izleyerek sigaralarını içiyorlar.Anonsu da duyarak yavaş yavaş otobüslere binmeye başlıyoruz.Molanın verdiği enerji,bacaklarımı dinlendirmem,biraz olsun iyi geliyo bana.Artık herşey hazır;atıştırmak için şekerli ve tuzlu zulalarım,az sonra servis edilecek Fanta’m,(Aslında Yedigün ama otobüs ikram tarihinde sarı olan herşeyin ismi Fanta diye geçer ) ve okumak için fırsat kolladığım kitabım.Moladan sonra korkulan olmuyor ve yanımdaki amca elimdeki kitabı görerek ‘’en iyisi ben hiç lafa girmiyim’’ bakışı atıyor bana hafiften de gülümseyerek.Bi süre kitap okuyorum,sonra nasıl olduysa uyku bastırıyor.Tepe lambamı kapatıyorum ,uykuya dalıyorum.Saatler sonra muavinin sabah servisi anonsuyla uyanıyorum,o sıra gece vızır vızır dolaşan sineği daha net görüyorum,o da sabah servisini bekler gibi sinsice havada turluyor.Önümdeki ıslak mendille göz çapaklarımı siliyorum(ağzından akan salyaları sildi,çapakmış,hee,sanki 13 saat uyudu).Kahvaltı için verilen keki çayla birlikte mideye indiriyorum.Bi süre sonra da Gerze’ye geliyoruz.Yanımdaki amcayla vedalaşıyorum,’’Yoğurdun içine gatıp yersin’’ diyerek bir bütün mısır ekmeği veriyo bana,üstüne de hayır duasını alıyorum amcanın.11 saat süren yolculuk Sinop Otogar’ında son buluyor. 
                                                                                                                    

                                                                                                                                    Devam edecek ..

11 Ocak 2013 Cuma

''Duygu Seli''m

              Pazartesi sabahı yine zar zor kalkabilmişti Selim,hemen Murattı sigarasından yaktı bi tane,yatmadan üşendiği için gömleğini bile ütülememişti,gri bi gömleğin üzerinde çok fazla özenmeden iki gezdirdikten sonra traş olmak için lavoboya gitti,kravatını çantasının kenarına tıkıştırdı,üstüne ceketini alarak evden çıktı.Her sabah aynı menüdeki kahvaltısını aynı pastanede yapardı.(bi porsiyon kürt böreği (aşırı bol pudralı),ve iki bardak şekersiz açık çay).Daha sonra da koşar adım vergi dairesindeki işine yetişmeye çalışırdı.İş yerindeki ambians 2 yıldır hiç değişmemişti.Duvarda,hemen köşedeki Selin Eczanesi'nin sus işareti yapan hemşireli duvar saati,dönerken takır tukur ses çıkarıp bi süre sonra çin işkencesi hâlini alan vantilatör,emekli olmasına 3 yıl kalmış ama enerjisi hiç bitmeden bıdır bıdır konuşan Saniye Hanım,ve Selim'in kanının hiç uyuşmadığı İbrahim Bey.
               Memurluğu,üniversiteden mezun olduktan sonra öylesine sınava girerek kazanmıştı Selim.3 katlı müstakil ahşap bi evin 3.katında kirada oturuyodu.Tanıyıp tanıyabileceğiniz en üşengeç insandı kendisi.Günde iki paket,bazen daha fazla sigara tüketiyodu.Evin 3 tarafı kapalı olduğu için ev çok fazla güneş almıyordu.Yan taraftaki apartman o kadar yakındı ki,komşusu Mehmet âbinin karısıyla her tartışmasını harfi harfine Selim de duymuş oluyordu.Tuvalete gittiğinde leptoptan en sevdiği klasik müzikleri playlist yaparak açar ve kapıyı aralık bırakırdı.Hayvanları çok seviyordu.Akvaryumu vardı bi tane büyükçe.Ayrıca bi de muhabbet kuşu besliyordu.Canı ne zaman sıkılsa,bi sigara yakar,balıkları seyrederdi uzun bi süre.Selim'i gören balıklar yemek saati diye düşünür,Selim'e doğru yüzerlerdi.Giyecek temiz bişi kalmadığında çamaşırlarını alt kattaki ev sahibine götürüp orada yıkardı.Yemek yapmayı bilmediği için hep dışardan sipariş ediyordu.Ev yemeklerini sadece ev sahibi Aylin Hanım getirdiği zaman yiyordu.Evin hâli Zeki Demirkubuz'un Yeraltı filmindeki Muharrem karakterinin evi gibiydi.Yaşıyordu,ama niye yaşadığını bilmiyordu.Bi beklentisi yoktu hayattan.Annesi her telefon edişinde dönüp dolaşıp lafı evliliğe getiriyordu,ama Selim'in evlenmek gibi bi niyeti yoktu.Hayatından pek memnun olmasa da bu monoton düzene alışmış görünüyordu sanki.Sabah işine gider,akşam mesai bitince evine gelir,balıklara yemini verir,kuşun suyunu değiştirir,armut koltuğuna oturup nete girer,sıkılınca film açar,pes oynar,arada kitap okur,uykusu gelince de olduğu yere sızardı.Kül tablasını ağzına kadar tıka basa dolunca boşaltırdı.Aslında çok istiyordu Monte Cristo Kontu'ndaki Sir Edmont Dantes'in hapishanedeki akıl hocası gibi birinin tekrar onu hayata döndürmesini,fakat etrafında ona yardım edebilecek hiç kimse yoktu.Arada pek bi manzarası olmayan balkona çıkar,üst üste sigara içerdi.O gün karşı apartmana birilerinin taşındığını görmüştü.Balkondan öylesine aşağıya bakarken biri dikkatini çekti.Eflatun elbiseli,etrafına gülücükler saçan,kendi yaşlarında,düz kumral saçlı bi kızdı gördüğü.Saçlarına özenle baktığı belliydi.Annesi eşyaları taşıyan nakliyatçılara ''Aman dikkat edin evladım'' diye seslenirken; Selim,kızı bi süre izledi balkondan.Ta ki kız da bi ara yukarı bakıp Selim'i balkonda görene kadar.Bi anlık refleksle kafasını içeri çekti.İçeri geçtiğinde perdeyi aralayarak bi süre daha izledi kızı.

           Yaz akşamları Üsküdar'ın ayrı bi havası vardı.Vapurların ''kalkıyoruz millet'' ,ya da ''yanaşıyoruz aabi haberiniz olsun'' modundaki iki farklı korna sesleri,martıların seslerine karışıyor,biraz da olsa Selim'in balkonuna kadar geliyordu.Selim,artık kızla balkonda karşılaşırız umuduyla durmadan balkona çıkıyor,kızın odasını izliyordu.Monoton hayatında yapılacaklar listesine onu balkondan izlemek de eklenmişti.
           Selim,o pazar günü,kahvaltısını balkona kurmuştu.Daha sonra Chuck Palahniuk'un Gösteri Peygamberi adlı kitabını okumaya başladı armut koltuğuna uzanarak.Kitabı okurken balkona,mandalla sıkıştırılmış kağıt parçası düştü bi anda.Hemen mandaldaki kağıdı açtı. ''Sapık mısın yaa !! bi daha dikizlersen seni şikayet edicemm !...'' yazıyordu kağıtta.Kağıdı okur okumaz afalladı Selim,böyle bi şey beklemiyordu,üzülmüştü,belli etmese de içten içe kendini yiyordu.Artık bakmamaya çalışıyordu karşı daireye.Aradan bi kaç gün geçtikten sonra yine balkonda sigara içerken bi kağıt daha geldi mandalla.''Geçen gün ki yazdıklarım sadece şakaydı :)Duygu ben '' yazıyordu.Selim hemen bi kağıt kalem aldı.''Selim ben de'' yazarak kağıdı mandala sıkıştırdı ve karşı balkona attı.Duygu'dan ''memnun oldum :)'' cevabı geldi bi süre sonra.Selim'' ben de :) ''diye karşılık verdi.Mesajlaşma,böyle devam etti uzun bi süre.Selim'in en büyük tutkusu bu olmuştu artık.İşten gelir gelmez balkona çıkıyor,etrafına bakınıyor,ve müsait olduğunda kağıdı karşı balkona atıyordu.Sonra içeri geçiyor,balkona gelecek kağıdı bekliyor,gelen kağıdı koşar adım alıp açıyor,hemen ardından cevap gönderiyordu.Duygu'nun yazdığı kağıtların hepsini saklıyordu,duvara asıyordu,buzdolabına yapıştırıyordu.Bi süre sonra her yer Duygu'nun notlarıyla doldu.Artık kahve içmek istediğini açık açık söylemek istiyordu.Bi kaç kere denedi ama gönderemedi kağıdı.Sonunda ''benimle bi gün kahve içmek ister misin ?'' diye yazarak kağıdı gönderdi.Cevap için bi kaç saat bekledi Selim.Sonunda beklenen kağıt geldi.''Hayır'' yazıyordu sadece.Çok üzülmüştü bu duruma Selim,umutlanmıştı oysa ki,kesin evet der diye düşünüyordu.Cevap gönderemedi bi süre,ne yazacağını bilmiyordu.Armut koltuğunda oturmuş,bişeyler yazıp yazıp karalıyordu.O sırada bi kağıt daha geldi balkona,açıp baktı hemen.'' Hiç sormayacaksın sanmıştım :)) '' yazıyordu kağıtta.Selim eliyle ''ollley beeee !...'' işareti yaparak hemen cevap gönderdi.
          O haftasonu buluştular Salacak'ta.Sahil boyunca yürüdüler.Kız Kulesi'nin içindeki kafede kahve içtiler.Sonrasında eve döndüler.Selim için ilk buluşmada herşey yolunda gitmişti.Kendini istediği gibi tanıtabilmişti.Duygu'yu tanıdıkça daha da hoşlanıyordu ondan..Notlar notları,buluşmalar buluşmaları takip etti.Arkadaş olarak başlayan bu ilişki kısa süre sonra sevgili moduna dönüştü.Telefon numaralarını bilerek almadılar.Kağıtla haberleşmek istediler,onlar için bi anı olarak kalacaktı bu.Selim'in hayatı sarı bi mandala tutturulmuş bi kağıt parçasıyla değişmişti.Duygu,Selim için bi başlangıç olmuştu.Hayata tekrar tutunmaya başlamıştı Selim.Duygu'nun annesiyle tanıştılar bi akşam yemekte.Daha sonra babasıyla da tanışmıştı.Babası işi gereği çok şehir gezmişti.Şimdi de İstanbul'a yerleşmişlerdi.Selim,hem annesi,hem de babasına çok sevdirmişti kendisini,normalde evliliğe uzak biriydi,fakat Duygu'yla tanıştıktan sonra gün geçtikçe daha da sıcak bakmaya başlamıştı evliliğe,konusunu açmayı bile düşünüyordu.15 ay geçmişti tanışmalarının üzerinden,artık karar vermişti Selim.En azından evlilik hakkında ne düşündüğünü öğrenmek için Duygu'nun ağzını arayacaktı.Yine bi gün Selim'in evinde yemek yedikten sonra film izlemek için otururlarken Duygu,Selim'e ''sana önemli bişi söylemem lazım'' dedi.Selim o sıra içinden ''benden önce mi söylicek acaba ?'' diye düşünürken; Duygu,babasının hiç planlarında olmayan bir işi için tekrar Adana'ya taşınmak zorunda olduklarını,uzaktan ilişkiyi yürütemeyeceğini düşündüğü için de şimdiden bitirmenin daha mantıklı olacağını,zaten evliliği de hiçbir zaman düşünmediğini söylemişti.İşte o an Selim'in başından aşağı kaynar sular iniyordu.Gözleri karardı,hiçbir şey diyemedi,ne kadar ısrar etse bi işe yaramayacağını biliyordu.Uzaktan deneriz diye ısrar etse de istemiyordu Duygu.3 gün sonra,yağmurlu bi günde taşındılar.Giderken o sarı mandalı Duygu'ya verdi Selim,''Bi daha kimsenin canını benim kadar yakmak istemiyosan bu mandalın arasına tutturduğun kağıtları yazmadan önce iyi düşün'' diye de fısıldadı kulağına.Ağlamamak için zor tutuyordu kendisini.Son kez sarıldı sıkı sıkıya,ıslanan saçlarını kokladı,içine çekti teninin kokusunu.''Elveda'' diyebildi sessizce.Sonra ardına bakmadan sokağın köşesini dönerek kayboldu.Seviyordu hâlâ,fakat nefret de ediyordu,artık yapabileceği bişey yoktu,kabullenmek,unutmak zorundaydı.
                 Yine eski hayatına döndü.Yine ev dağınıklaşmaya başladı,yine balkona çıkıp üst üste sigara içmeye,yine olduğu yerde uyuyakalmaya başladı.En ufak bi harekette gıcırdayan ahşap zeminin sesi,muhabbet kuşunun sesi,akvaryumdaki motorun sesi,komşuların bağırış çağırışları,sigarayı içine çektiğinde filtreden çıkan sesi,arada bir buzdolabından çıkan motorun durma sesi,dışardan gelen seyrek korna sesleri,karşı apartmanlardaki klimaların sesi..Saatlerdir oturduğu armut koltuğunda hepsini duyuyordu Selim,hepsini,ayrı ayrı duyuyordu.Yaşayan bi ölü gibiydi.Avucunun içinde muhabbet kuşunu okşayarak,gözleri saatlerdir balkonun zeminine odaklanmıştı..Bi mucize bekliyordu,sarı mandalla balkonun zeminine düşecek notun hayaliydi bu...





- "Bir insana yapılacak en büyük kötülük, ona umut verip sonra hiçbir şey olmamış gibi gitmektir." ( Friends )















30 Aralık 2012 Pazar

Kırmızılı Kız

             Normalde pazar akşamları gece yatmadan banyo yaptırılırdık benden bi yaş küçük kardeşimle,bazen o önce banyo yapardı,bazen de ben.Banyodan sonra sobanın yanına koşardık,üstümüz başımız kurulanır,donlarımızı bi çırpıda annemiz giydirir,saçlarımız taranırdı.Kardeşimle durmadan sobanın üzerine tükürürdük.Annem gördüğü zaman kızardı ama çok hoşumuza gidiyodu bu tükürme işi.Daha sonra okul için çantamız hazırlanırdı.Tırnaklar kesilir,yatağa girilir,sonra kardeşimle makara yapardık.Makara dediğim Tsubasa'nın son bölümü,(bilenler bilir) şapkalı efsane kaleci Genzo Wakabayashi'nin o topu nasıl çıkardığı hakkında falan konuşurduk.Daha sonra ise sıcaklığın verdiği mayışmayla uykuya dalardık.O pazar günü erkenden banyo yaptırmıştı annem bizi.''Akşama düğün var dönüşte geç olur'' demişti.Banyodan sonra en güzel elbiselerimizi giyindik.Hiç unutmuyorum üzerimde diz kısmında pokemon baskılı kot pantolon,oduncu gömleği,onun üzerinde de şuan 50 yaş üstü amcaların giydiği desenli hırkam vardı.Düğünleri kardeşimle çok seviyoduk.Çünkü uslu durursak bi süre sonra babam şişe Pepsi'lerle bizi ödüllendiriyordu.Hemen bitmesin diye pipetle çektiğimiz kolayı tekrar yine içine höpürdetiyorduk.Bi süre sonra kolanın asidi kaçmış şekerli sudan farklı kalmıyodu.Ama en azından dışından belli olduğu üzere pek de hijyenik olmayan sürahilerle gelen bol sulu limonatalardan içmiyorduk biz kardeşimle.3 saati aşkın süredir elimizden düşürmediğimiz kola şişesiyle düğünü bitiriyorduk.Piste çıkmazdım hiç.Hatta günümüzde düğünlerde oradan oraya koşturup yerinde durmayan çocuklar gibi de değildik biz.Masada izlerdik olan biteni.Zaten her zaman düğünlerde piste çıkıpta hünerlerini gösterenlere gıpta ile bakmışımdır,benim için büyük cesaret isteyen bi durum bu.Ben zaten oynamayı bilmiyorum da,oynamayı bilsem de çıkar mıyım onu bile bilmiyorum.Düğünlerde zeybek oynayan çocukları hep kıskanmışımdır zaten,çocuktaki hava Oscar alan adamda bile yok lan,bütün kızların dikkatini çekmeyi başarıyo haliyle.O düğünde de ağzımda pipet kolayı içip içip içine tükürürken gözüme bi kız takılıyo.Pist görüş alanımı engelleyen yuvarlak kolonu kendime siper ediyorum ve durmadan kıza bakıyorum.Üzerinde kareli kırmızı tonlarında bi gömlek,altında kırmızı bi etek,ayağında da beyaz k.çorap ve kırmızı şirin bi ayakkabısıyla kombinlenmiş saçları örgülü kız.Zaten yapıcak pek bişey de yok,kızı kesmeye başlıyorum ben,gözüm hep kırmızılı kızda.Beni görsün diye iyice kolonun kenarına geliyorum.Sandalyede daha dik oturuyorum sanki çok uzun boyluymuşçasına.Bi ara benim tarafıma doğru bakıyo,elimi kaldırasım geliyo o an,kaldırmıyorum ama ondan başka herşeyi yapıyorum zaten,belli de ediyorum kendimi,bakışıyoruz,daha sonra gözlerini kaçırsa da o da bakıyo arada.Biz bi süre böyle devam ediyoruz.Takıdan sonra bunlar ailesiyle masadan kalkıyolar.Aile dediğim bi annesi bi de ablası var.O sırada babam geliyo masaya.''Ben Fadime ablanları eve bırakıp gelicem bi yere ayrılmayın uslu durun''diyo kardeşimle bana.''Ben de gelicemmm''diye üsteliyorum ve hemen babamın elini tutuyorum.Arabanın arkasına geçiyorum hemen,sonra kapı açılıyo.Önce kırmızılı kız biniyo arabaya,sonra ablası,sonra da annesi Fadime abla.Ben bacaklarımın arasında Pepsi şişesiyle pipeti şişenin içinde çeviriyorum.Sonra Fadime abla başımı okşayarak ''Bu senin büyük oğlan mı Saaalimm ağabeyyy '' diye soruyo babama.Babam da ''Evet büyük oğlan bu bizim'' diyo.Ben o sıra başımı iyice eğiyorum.Kadın bana ''Ben senin guççüğükene (küçükken) altını alıveriyodum yavruum utanma utanma '' diyo yanağımı sıkarak.Benim karizma eksilerde tabi.Gerçi o hırkayla hiçbir kız düşüremezmişim ben de o ayrı konu.Ben bi ara saçları örgülü kırmızılı kıza bakıyorum ve kola içer misin diye işaret yaparak elimde tuttuğum şişeyi gösteriyorum.O'da elleri birleşik bacaklarının arasında kafasıyla hayır işareti yapıyo.Evet deseydi ne içecekti onu da bilmiyorum gerçi koladan başka herşey vardı içinde.(Allahın pisi bee !..)
Neyse sonra evlerine geliyoruz,kırmızılı kız annesinin elinden tutarken ''güle güle'' der gibi bi bakış atıyo bana,ben de elim camda ona''görüşürüz'' der gibi bi işaret yapıyorum elimle.
            Aradan yıllar geçiyo,ve biz gerçekten de yıllar sonra görüşüyoruz,daha sonra söz nişan derken evleniyoruz.Bi tane de çocuğumuz var adı Mert.İşte bu da benim hikayem..

           Demek isterdim ama öyle değil tabi,görüşmedik hiç onunla,ismini bile öğrenemedim,düğünlerde gözüm hep onu aradı ama bulamadım,ama ne zaman bi düğüne gitsem,kolonun arkasından örgülü saçlarıyla beni izliyomuş gibi hissederim.Umarım mutludur şimdi.
       
         Bu yazı da senin içindi saçları örgülü kırmızılı kız.Gece gece kulağını çınlattıysam affola,kendine iyi bak.













23 Aralık 2012 Pazar

Utanç

             Mezun ve işsiz olmak..O kadar büyük bi sorunmuş gibi bi de içine ata ata kendini bunalıma sokmak.Bir de bütün bunların üzerine herkesten kendini soyutlamak.Üzerinden hiç çıkarmadığın depresyon kapşonlunla bütün gün odada kendini kitap ve filmlere vermek.Sakallarının uzaması,günleri karıştırman,sabah uyanman için bi sebebinin olmaması,kendine bakmaman vs.vs..

              İki hafta önce ...
Bi arkadaşımla buluştuk.Eşi evi terk etmiş.Eşini de daha önce ailesine karşı savunduğu için ailesiyle de arası bozuk.İntihar edicem diyo çocuk durmadan.İki arkadaş bütün gece yanındaydık.Koskoca adam,bütün gece ağlamaktan, ve '' Neden ben aabi neden benn ... '' diye isyan etmekten kafayı yemek üzereydi.Neden ayrıldıklarının vs.detayına girmiyorum.
              Bugün ...
Üniversiteden arkadaşlarla buluştuk Beykoz'da.Oturduk bişeyler içtik.Arkadaşıma '' Ne zaman evleniyosunuz kanka '' dedim.Ev falan alınmış sadece düğün tarihi alıcaklardı.Nişanı attık dedi ve olan biten herşeyi anlattı.5 yıllık bi ilişki,kızın bazı ''b.ktan'' sebeplerinden ötürü bitmek zorunda kalmış.Neyse bu olayı da uzatmadan kapatıyorum.
            Bugün,akşam saat 18.00 suları ...
Bilenler bilir,F.S.M. çevreyolundan Kadıköy tarafına doğru gelip Ataşehir/Küçükbakkalköy sapağına girdiğinizde Sahan'ın karşısındaki ışıklarda yıllardır selpak satan bi dedeyi görürsünüz.Bugün ışıklarda beklerken göz göze geldik.Sanki bana ''Sabret çocuğum,beterin beteri var,herşey olacağına varır'' der gibi bi hafif bi tebessümle baktı.Camı indirdim,selpak aldım 2 tane,bozuk parayı uzattım.O sıra yeşil yandı zaten.Bu soğukta nasıl dayanıyo diye düşündüm,içim cızladı.İnanın 75 yaşından büyüktür o sakallı dede.Bugün kaç dereceydi bilmiyorum ama benim ayağımda bot varken yarım saatte ayaklarım donduysa o dedenin ne kadar üşüdüğünü tahmin bile edemiyorum.
            Bugün,akşam üzeri 18.05 suları ...
Evin önündeyim,arabayı parkettim.Tam eve giricem 10 mt.ilerideki çöp tenekesinin yanında 20'li yaşlardaki genç dikkatimi çekti.O da çöp arabasını parketmiş çöpün yanına.Dakikalarca karıştırıyor çöpü,poşetleri parçalıyor,her birinden bişeyler atıyor arabaya.Hiçbir şey umrundaymış gibi de durmuyor çocuğun,sadece işine bakıyor.Kendime bakıyorum,üzerimde mont,atkı,elimde bere,ayaklarımda bot var;sonra ona bakıyorum,üzerinde sadece lanet olası bi tişört var,evett..sadece bi tişört.İşte o zaman kendimden utanıyorum.Senin girdiğin bunalımın içine tüküreyim diyorum içimden kendime..
Bugün,Allah(c.c.),bana yaşattıklarıyla,karşıma çıkardıklarıyla bana hiçbir öğretmenin,profesörün öğretemeyeceği bi ders veriyo.Kendimden utanıyorum.Hayattan ve herşeyden bir anda,bir kez daha soğuyorum.Sürekli kendime kızıyorum.Sonra yine dedeyle bakışmamız aklıma geliyo.Yine kendimden utanıyorum,yine kendime kızıyorum.
         
            Bugün, saat 20:41..yani şuan ... hatta siz bu satırları okurken bile..

Hâlâ kendimden utanıyorum..ve hâlâ ,ve hâlâ...









21 Aralık 2012 Cuma

Misafirleri Severim...Kendi Evlerinde Oturdukları Sürece.

Başlangıç notu : Tamamen doğaçlama olarak can sıkıntısından yazılmaya başlanmıştır.


21 Aralık'tan,Şirince'den ve bunlarla ilgili atılan binlerce tweet yüzünden kaçtım geldim buraya.Bazen sığınacak en güzel liman oluyo twitter gibi bi deryada sıkıldığım zaman burası.Aslında kafamda hiçbişi yok.Ne yazacağımı da bilmiyorum.Belki bazı tweetlerimi biraz daha açarak anlatmaya çalışırım.Salep yaptım kendime şimdi,annemin desenli patiklerini giydim ve girdim yatağa.My Name is Khan adlı Bollywood filmini izledim az önce.Eğer yalnızsan,üniversiteden mezun olmuş ve hala istediğin gibi bi iş bulamadıysan,herşeyin üstüne üstüne geldiği halisülasyonlar görüyosan böyle filmler izlemiceksin aslında.Film dram,içinde bulunduğum durum da vahim,e ikisi bir araya gelince çakışıyo işte bişeyler.Sonra kendi kendine ''ağlamıyorum ki ben hıhh '' derken elinin tersiyle gözyaşlarını saklamaya çalışırken buluyosun.Ben salebimi höpürdetirken arka fonda Sezen'in kadife sesi dolanıyo odamın duvarlarında şuan.
                Misafir gözlemlerimle başlamak istiyorum.Gerisi çorap söküğü gibi gelir zaten.Bayram ziyaretlerinden başlayalım.Bizim evdeki bayram trafiği İstanbul'un trafiğinde yok.5 tane dayım var sadece,varın gerisini siz düşünün.2 abla var onlar evli.Bi gün gelip hemen gidiyolar,e valide sultan da yaşlandı artık.Misafire hizmet etmek bana düşüyo yani.Dolmadır,börektir,baklavadır ikram ediyosun misafire eyvallah.Çay servis ediyosun.Sonra elinde demlik yine tazeliyosun bütün odayı.Sonra yüzün buhar olmuş zar zor mutfağa kendini atmak üzereyken kıl bi misafir bağırıyo : şunu da bi tazele Murat ,gittin mi laa ?Mecbur içinden söylene söylene tekrar gidiyosun.Neyse efenim sonra masayı kaldırıyosun.Buraya kadar herşey normal.Tam masayı silerken,bütün misafirler pür dikkat kesiliyo,bütün gözler üzerinde,arabalarını çakıştıran '' dütt dütt ''yapan çocuk bile susuyo lan o derece.Bütün oturma odası ahalisi sana ve elindeki sarı bez ile masayı silmene odaklanıyo.Bazı uzaktan akraba olan tanımadığın teyzeler sanki yanındakini dürtüyomuş gibi hissediyosun.''Bunu bilmem nenin bilmem neyine mi alsak''gibi bi bakış atıyolar hem yanındakini koluyla dürterek,hem de ellerini göğüslerinde namaza durmuş vaziyette tutarak.Masayı siliyosun.Tam dönüp mutfağa giderken yine eski curcuna kaldığı yerden devam ediyo.Kadınlar dedikoduya başlıyolar yine,babam dayıma köydeki ev ne alemde diyo.çocuklar yine oyunlarına geri dönüyolar.
Bayramların en güzel tarafı kutu kutu çikolata zulası yapıyorum her bayram.Sonraki bayrama kadar anca bitiyo zaten.
       
Gelelim misafirlikteki genel gözlemlerime..

1-) Bana göre kalkan misafiri uğurlarken koridorda ''Biraz daha otursaydınız erken değil mi meyva soyardım'' tarzında üstelemek samimi gelmiyo bana.Ben hiç '' Peki madem oturalım biraz daha ''diyipte montunu tekrar çıkaranı görmedim.''Geç oldu gidelim'' derler hep suratlarındaki Küçük Emrah'ımsı ifade ile birlikte.
2-) Bayramlarda teyzelerin kolonya ikram ederken şişeyi sulu tabanca misali üstümüze fışkırtmaları bitsin bence.5 kere yeter dedikten sonra kaldırıyolar şişeyi.Bütün bayram tütün-limon-gül kolonyası karışımı bi esansla dolaşıyoruz akrabaları.
3-) Eğer sevmediğiniz misafirlerin size çatkapı gelmesinden kötü bişey varsa o da yaramaz çocuğuyla birlikte gelmiş olmalarıdır.Misafir çocuklarıyla iyi geçiniceksin abicim.Ne kadar yaramaz da olsalar,çaktırmadan cimciklediğini sansan bile,desibel rekoru kıran çığlığı ile annesini hemen gözünün içine bakarken buluyosun çünkü.Alın size gerilim konusu işte.Bi de parmağıyla seni gösterip gözlerini kısarak ''Bana vurduuuuu ühühüüü'' demesi yok mu,yalancı velet,cimcikledim bi kere.
4-) Misafirlerle oturmuş televizyon seyrederken,ne zaman bi +18 sahne çıksa kumandayı aramıcaksın.Bulamazsın çünkü.(Denendi,% 100 çalışıyor) Saçma bi konu açıcaksın mecbur,kiracıyı falan soracaksın,ya da '' Bu sene fındık yine para etmiii yeaa '' falan diye bi konuya dalacaksın.Koltuğun kenarına gizlenen kumandayı o malum sahne geçtiği an buluyosun zaten merak etme.
5-) Davetsiz gelen misafire,hiç istemiyosan,rahatın bozuldu diye ''Uff kim çekicek yaa ne güzel dizi izliyodum''diyerek suratını asa asa geldiğin kapıda ,onları gördüğünde ''Oooooo ,bu ne sürpriz ,hoşgeldiniz '' diyosun ya insanoğlu ,üstüne yorum yapamıyorum artık.(Yanlış anlamayın bu bi özeleştiri,hepimiz yapıyoruz bunu)
6-) Misafirliğe gittiğimde en çok zorlandığım hususlardan biri misafir havlusunun bulunmaması.Benim gibi titiz bi insansanız hele bu durum çok daha zor oluyo.Havlunun işlemeli kısmının ucuyla siliyorum her defasında,bazen hiç silmiyorum hatta.
7-) ''Yok yok hiç zahmet etmeyin,valla aç değilim,hiçç zahmet etmeyin'' diye üstelemeyin.Madem üstelediniz sonra gelen yemekten löpür löpür mideye indirip en çok yiyen olmayın.
8-) Sevmediğimiz ,ya da akranımız olmayan,sıkıldığımız bi misafir geldiğinde annenin misafirler gidene kadar odana defalarca kez gelerek ''Olum bi hoşgeldin desene Kemal abin gelmiş ayıp ayıp''diye üstelemesi ve senin her defasında saçma bahaneler üreterek geri savurman,sanırım hepimizin en çok zorlandığı kısım burası.

         Bağlarsak ; misafirlik kavramı benim küçüklüğümde en güzel eğlencelerimden biriydi.Soğuk kış geceleri,fokur fokur odayı ısıtan sobayla,üzerinde demlenen çaydanlıkla,eksik olmayan kavrulmuş fındıkla çok güzel geçerdi ziyaretlerimiz.Üstüne de sıcacık muhabbet ekstrası tabi.Küçükken misafirliğe beni götürmediklerinde arabayı arkadan taşlayarak ''Beni de götüreceksiniiiz ,ben de gelicem ühühü'' diyerek ağlayan ve eninde sonunda o misafirliğe giden biriydim ben.Şimdi ise en yakın akrabam olan dayımları bile sadece yılın 2 bayramında bi kaç saat görüyorum.Benim için o kavram öldü.Geleni güzel karşılarım,ama hiçkimseye de gitmiyorum.Kötü bi şey bu ama içimden gelmiyo gitmek.Misafirlik,herkesin ''Gidipte ne yapcaz hanım'' , ''Onlar bize geldi mi'' ,''Bayramlarda gidiyoruz yetmiyo mu'' gibi bahanelerle es geçilerek şuan bu hale geldi.Öldü gibi bişey yani.''İnsanın evi gibisi yok'' klişesi bünyelere etki ettikçe de günden güne etkisini kaybetti.Artık yeni evliler,bayramlarda kimlere ne kadar alacakları kutu çikolataların sayısını çıkararak ,''Bir an önce bitse de şu ziyaretler keyfimize baksak'' modundalar.Büyükler de tam tersine ''Bayram gelse de evim şenlense,torun torba görsem,iki sevsem'' diye iç geçiriyolar.Bayram ziyaretlerini misafirlik kavramının içine almazsak sanırım misafir teriminin nesli tıpkı pandalar gibi yavaş yavaş tükeniyo.Bütün suç ise lanet internette,globalleşen dünyada,twitterda,feysbukta,sosyal medyada,televizyonda.Kısacası ,bütün suç '' BİZ '' de.


Bitiş notu : Yazıma doğrudan ya da dolaylı olarak emeği geçenler :

- leptop
-kaba etimin ağrısını biraz olsun azaltan leptop masası
-Bim'de 5'li satılan çakma cocostar.
- 26 adet Sezen Aksu şarkısı ( Başlangıç : Seni Kimler Aldı ,Bitiş : Hoşgeldin )
- sütle beraber kaynattığım Nestle marka salep. (Gerçi yazıya dalıp birazını içmeyi unutmuşum)







8 Aralık 2012 Cumartesi

İnsan olamayanlar,İnsanlar,İyi insanlar.


İyi insan olmak iyi bişey mi ?Önce şu soruyu bi sorun kendinize.Üniversite maceram Ege,Marmara ve Sinop Üniversitesi üçgeninde geçti.Dolayısıyla çok daha fazla insanı tanıma,inceleme,sohbet etme,uzaktan izleme fırsatına sahip oldum.Her gittiğim okulda iyi bir insan olarak tanındım.Galiba insanlar beni sevsin istiyordum.Rahat,sessiz,kaygısız,hep olumlu düşünen,ufak hesaplar yapmayan,cömert,utangaç,yardımsever ve polyannacı biri olarak görünmeye çalışmamın tek sebebi sanırım buydu.Bütün bu özelliklerin hepsini birden bünyesinde toplamak isteyen insan korkunçtur ve inanın ikiyüzlünün önde gidenidir.Hiç kimseyle kavga etmeyen,sürekli çevresiyle uyumlu, istemediği halde her şeye olur onayı veren insanlar; sinirlerini,kızgınlıklarını,gerçek fikirlerini habire içlerine atarlar.Uyumlu ve sevilen birisi olarak tanınmak için insanın içine attıkları, iyilik denen o duyguyla erimeyecek kadar dayanıklıdır.Bu 'çok iyi' insanın içini açıp baksanız,orada kımıl kımıl hareket eden,içe atılanlarla beslenen,korkunç iki yüzlülük canlısını görürsünüz.Güzel kızın eşyalarını taşımak için başvurduğu ilk kişi emin olun bendim.’’Çok saol yaa çok iyisin’’ sözünün ardından 5 saniye sürecek çakma sırıtışını izlerdim belim ağrır vaziyette merdivenlerden inmeye çalışırken.Herhangi bir hengamede kenarda izlerdim olan biteni,tartışanların ikisi de sevdiğim çocuklar (hiç şaşırmadık desenize).Biri gelip kavgadan sonra ‘’Yaa Murat bak böyle böyle…….haksız mıyım söylesene aabi’’ dediği zaman ,’’tabi haklısın kardeşim boşver sen uyma ona o da öyle işte napıcaksın öyle kabul et diyen de ; diğeri gelip ‘’Ya Murat adam bi de utanmadan böyle böyle …….. sen söyle şimdi napmalıydım yani ?‘’ dediği zaman ‘’Haklısın da napıcaksın boşver aga üç günlük dünya lan değer mi kavga etmenize’’ diyen kerkenez de bendim sevgili okur.’’Yaa sen de çok iyisin bu kadar anlayışlı olma ‘’ dedikleri de bendim,bazı insanların omzumda huzur buldukları kişi de bendim,birinden hoşlandığımda yağmurlu bi cuma günü okul kantininde kağıt bardağı paramparça ederken utana sıkıla kıza duygularımı söylediğimde’’ Yaa Murat ,senn çok iyi birisin aslında ,ama … ‘’klişesine maruz kalıp komaya giren de bendim.İşin ilginç tarafı birileri ‘’Sen çok iyi bir insansın’’dediğinde,’’herkes olsa herkes öyle yapar’’ ya da ‘’yaa abartmayın olur mu öyle’’ gibi karşılık verdiğim için daha da bi salak durumuna düşüyomuşum ki bunu şuan bu satırları battaniyemin altından yazarken anlıyorum.’’hmm’’diye bi tepki verip ya da ‘’hee hee ‘’ diye bi bakış atarak da sohbeti bitirebilir mişim ki ‘’İyi insan’’ım ya ?Üzerim insanları diye yapmamışım hiç demek ki.Normalde olması gereken biri sizi üzdüğünde,sizin de onları üzmenizdir,ya da gitmektir.Bazıları da yapamaz bunu işte,yapmaz,gidemez.Hiçbir zaman‘’Elveda’’diyemez benim gibi insanlar.Hep terk edilirler.Hep en son giden,çıkarken ışığı kapatan bizim gibiler olur bi ilişkide.Çünkü biz karşımızdakine elveda demeden önce empati yaparız.Neler yaşayacağını düşünürüz.Çok düşünürüz,gerektiğinden fazla düşündüğümüz için de mutlu olamayız.Kendimiz için savaşmayız.Ama başkası için savaşır,elimizi taşın altına koymaktan çekinmeyizBiz,çevremizdeki insanları mutlu etmek için doğmuşuz,kendimizi değil…
Ne kadar acı çekiyosan,ne kadar gözyaşı döküyosan şu lanet hayatta o kadar iyisin demektir.İyi insan olmakla canının yanması arasındaki doğru orantı,gelmiş geçmiş bütün doğru orantıların kralıdır bana göre.Şimdi sorun kendinize tekrar,düşünün bi etrafınızdaki insanları ?Çevrenizdeki,okuldaki en sevmediğiniz,size kalsa mutluluğu haketmeyen insanlar çok mutludur tahminimce.Hatta bundan adım gibi eminim lan ne tahmini.Lisedeki en serseri çocuğun okulun en güzel kızıyla çıkması paradoksu gibi bi durum bu aslında.
                Aslında her insan iyi insan olarak doğar,daha sonra her bünyeye farklı dozajlarda kötülük enjekte edilir.İşte bu dozajı en az alan insanlar ,toplumda iyi insan olarak bilinirler.Bi insanın nasıl biri olduğunu merak edersek bi başkasına sorarız onun hakkında düşündüklerini.’’Çok iyidir yaa ,melek gibi,sessiz,sakin,işten eve evden işe gider,kimsenin tavuğuna kışşt demez’’ diye tanımlanır bu iyi insanlar.İyilik yaptıkları zaman bunun farkında değillerdir,yaparken böyle bi şeyi niçin yaptıklarını düşünmezler.Bi bakıma iyi bi insan olmak,insan olmayı beceremeyenlerin de var olduğunu düşününce iyi bi şey tabi.’’Ben aslında özünde iyi bir insanım’’ diyen insandan da uzak durabilirsiniz.Siz hiç yeni tanıştığınız biriyle konuşmanın ilk etabında’’Ben aslında kötü biriyim haberin olsun’’dediğini duydunuz mu?Ayrıca her iyi insan saf değildir.Ama saf görünmekte profesyoneldir.İyi niyetli olunca hiçbir şey anlamıyorlar diye bakarlar insana.Anlamadığından değil,daha anlayışlı,farklı bi perspektiften baktığı için iyidir ya zaten. Kısacası,iyi insan olmanın kötü yanları iyi yanlarından çok daha fazla bence.He öbür tarafta nolur orasını da Allah bilir.

               Yazımı, Paulo Coelho’nun Şeytan ve Genç Kadın adlı kitabındaki konumuzla alakalı kısmından bi kesitle bitiriyorum :
"... hak etmişti bunu. iyi yürekli adam rolü oynamak, yalnızca hayatta tavır almaktan korkanlara özgü bir şeydi. İnsanın,kendinin iyi olduğuna inanması,başkalarına karşı çıkmaktan ve haklarını savunmak için savaşmaktan çok daha kolaydır.Kendinden daha güçlü biriyle savaşmak için cesaret toplamaktansa bir hareketi sessizce kabullenmek de çok daha kolaydır.Üzerimize atılan taş bize isabet etmemiş gibi yapabiliriz-ama geceleri odamızda yalnız kaldığımızda,odamızı paylaştığımız karımız, kocamız ya da okul arkadaşımız uykuya daldığında- korkaklığımıza sessizce ağlarız..





29 Eylül 2012 Cumartesi

''Çark'' ı Kahpe Felek

               
'' Şu '' nu dinleyerek okuyuver sana zahmet.

                Küçükken yaz akşamları genelde akşam üstlerinde mahalleye kamyon gelince birilerine kömür geldiğini anlardık mahallenin çocukları olarak.Eksiksiz tam kadro o sokakta kime kömür geldiyse,o evin önünde toplanırdık.Taşıyabileceğimiz kadarını elimize tutuştururlardı.Ses etmeden götürürdük kömürlüğe kadar.İmece usulü kısa sürede biterdi taşıma işi.Üstümüz başımız falan simsiyah kir pas içinde yorgun halde otururduk evin önüne.Sonra evin babası içecek bişeyler aldırırdı plastik bardakla birlikte.Kimi sarı kola,kimi ise kola içerdi.O kadar terledikten sonra o kolanın tadı bambaşka olurdu her zaman.Birlikten kuvvet doğacağını,dayanışmayı,yardımlaşmayı ilk kez orada görmüştüm ben.Bunu niye anlattım bilmiyorum lan,şimdi yazacaklarıma ısınmak içindi sanırım.
                 Bir zamanlar şöyle bir adam olayım diyordum,vazgeçtim.Şunu yapayım diyordum,vazgeçirdiler.Şöyle şöyle bi fikrim var diye izin almak isterdim''Otur oturduğun yere''dediler.Şu şeyi yapacaktım,yaptırmadılar.Şu niye böyle,diyip kurcalamak istedim,elimi tuttular.Aman bişey olmasın,evde halı kenarlarında araba kullansın,balkondan balon sarkıtsın,şirinleri,tsubasayı izlesin,yeter ki bişey olmasın başına bi iş gelmesin diye diye olan hep bize oldu.Pek çoğumuz,istediğimiz üniversitelerde,istediğimiz bölümlerde,istediğimiz yerlerde okuyamadık.Bir insanın en güzel yıllarını,saltuklular,cizye,boylam,endoplazmik retikulum,pisagor,derebeylik,metamorfoz,darülfünun,jöntürkler,aruz ölçüsü vb.gibi birbirinden bağımsız onca gereksiz bilgiyle beynimize empoze ederek heba ettiler.Askeriyedeki taktik gibi,eğer bunları boş bırakmazsak kavga etmeye,mantıklı düşünmeye,sormaya,sorgulamaya fırsat bulamazlar mantığıyla hep bişeyleri koyun gibi ezberlememizi,ve hiçbir zaman ses etmememizi istediler.Biz de onların dediğine uyduk.Bi sınavdan çıkıp diğerine girdik.Tam böyle sistemi eleştirmeye kalkışırken,yarın ki sınavı hatırlattılar bize.Boşverdik yine ezberledik 200 sayfalık anatomi notunu.Ne zaman ''Ama bu böyl..... '' diye söze başlasak ağzımızı kapattılar.Hep birileri fısıldadı ensemizden sessiz sessiz.Aman oğlum önce okulunu oku,aman oğlum önce bi diplomanı al,hobi olarak yine yaparsın,aman oğlum bi gir devlete,gerisi kebap yeaaa,aman oğlum önce bi hayatını yoluna koy sonra yine yaparsın onu,aman oğlum önce askere git bak hep engel,evlenicen engel,işe giricen engel,gel beni dinle askere git diye diye beynimizi kemirdiler ''ee büyüğüm ben bi yardımım dokunsun bi iki kelam ediyim''diye düşünen büyüklerimiz.En sonunda ne oluyosun biliyo musun ?Dünyanın en düz adamı olup çıkıyosun.Dümdüz ama,Konya ovası gibi.En sonunda hobilerine yüzmek,kitap okumak,internette sörf yapmak diyosun Cv'nde.Böyle de her konuda çok bilen mahallenin dedikoducu Müzeyyen ablaları gibi vik vik vik konuşuyosun hep,çok bilmişsin işte,kimse bilmese de iç sesin hep''lan bi sus be ooolum '' diyo durmadan.Sistemin kölesi olmucam olum ben,bak görürsünüz derken,bi bakıyosun çarka sokulan çomak olmuşsun.Kendini demir sanıyoken,suntaymışsın.Belinden kırılıyolar seni çarkın içinde.Bi daha kendine gelemiyosun.Komaya giriyosun.Kendini denize hakim bi tepede çınar ağacına yaslanmış gökyüzüne bakarak buluyosun.Ölmek istiyosun,ama ölemiyosun.10 sene önceki sen ,halini görse suratına tükürür beni bu hale mi soktun lan diye.

              Kimi ana baba 77 kişilik tıkış tıkış sınıfta çocuğumu nasıl okuturum,okul masraflarını nasıl öderim diye düşünürken,kimisi de ayfon beş 3000 liradan aşağı düşmesin hemen de herkesin eline düşmesin diye düşünür.Sen akşam trafiğinde otobüste kapının ağzında sol bacağına yer edinmeye  çalışırken,karşındaki jipte işadamının son model arabasıyla elinde aypedi ile görünmesini içine sindiremezsin.Adaletsizdir hayat kısaca.Adaletsizdir,acımasızdır.Suratına gerçekleri Osmanlı tokadı gibi yapıştırır.Tutunacak bi dalın kalmamışsa işin daha da zordur.Ölmek istersin ,ölemezsin de,acı çekersin ,ölmek istersin ,ölemezsin,acı çekersin,ölmek istersin ,ölemezsin ....












13 Eylül 2012 Perşembe

Koca Çınar



Şu nu dinleyerek okursan daha etkili olabilir,bence .

Sahildeki çay bahçesinin ortasından yükselen koccaman asırlık bi çınar olmak isterdim.Çeşit çeşit insanları kuşbakışı inceleme fırsatım olurdu.Ne muhabbetler dönerdi kim bilir.Kimi çıtır simit-çay-sigara efsane üçlüsünü hayatın bütün zorluklarına inat ''Yurdum insanının ülkeyi kurtarma politikası'' eşliğinde tadarlar.Sinirlenirler bunlar iki günde bir gazetelerdeki moral bozucu haberlere.''Yine mi şehit !...'' diye iç geçirirler.Elinin tersiyle gazeteye iki vururlar.Sesini de yan masadakilerin duyması için iyice yükselterek ''Allah belasını versin bunların !...'' diye yakınırlar.Kimi piposu ağzında İstanbul beyefendileri yakın gözlüklerini takıp pazar gazetelerinin hepsini yavaş yavaş okuyuverirler.Kimi ise saatlerce istifini bozmadan boğazın seyrine dalar,elindeki simitten bi parça havaya doğru attığı sırada ''keşke''lerle başlayan onlarca cümleyi martılarla paylaşır.Çırak Osman ''tazeliyim mi abi'' der,duymaz dalgın adam,martıya odaklanmıştır,''Nerede yanlış yaptım aabi ben'' diye iç geçirir.Dalgın adam,vapurun iskeleye yanaşmasını izler.Vapurun kenarındaki lastiklerin iskeleye  sıkıştığı zaman çıkan sesini dinler elindeki kuşburnunun dibindeki kalanı yudumlarken.İnsanların koşuşturmalarını,geç kalanları,vapura binemeyenleri,bu yüzden işe yetişemeyeceklerin suratlarındaki endişeli ifadeyi izler.Dalgın adamın eline sihirli bi değnek versen ve tek dileğin ne diye sorsan '' O ''günden öncesine dönmeyi ister.Bazen de asortik,cafcaflı yerleri sevmeyen,Ceren'e yaranmak uğruna ''Starbucks'ta buluşalım aşkımmm,2 karamel macchiatoya 20 lira bayılıcam sırf sana yaranmak için ehehe '' diye düşünmeyen sade çifte kumruların durağı olur burası.Geçerler hep oturdukları deniz kenarındaki masaya.Bütün o gösterişten uzak,sofra bezi tarzı kareli masa örtüsünün üzerinde elleri birbirine kenetli,yüzlerde birbirlerine deli gibi aşık olduğunu belli eden eşsiz bi tebessüm,çaylarını yudumlarlar.Herhalde en fazla da soğuk fırtınalı günler sıkıcı geçerdi.Kimseler uğramazdı bahçeye.Hem martılar aç kalırdı o gün,hem de simitçi Hasan amca.Yağmur diner,masaların üzeri solmuş sarı yapraklarımla bezenirdi.Galiba en sevdiğim koku da yağmur yağdıktan sonra köklerimden aldığım o eşsiz toprak kokusuydu.Rüzgar diner,çırak Osman eline odun süpürgeyi alır,hayat tekrar normale dönerdi.


             Önemli olan düştüğün zaman tekrar kalkabilmen,önemli olan çırak Osman gibi her defasında eline süpürgeyi alıp ''Hadi bismillah''diyebilmen,
önemli olan dalgın adam gibi yaptığın hataların farkına varıp ders alabilmen,önemli olan dedesinin yanında Allah,Merve'lerin yanında ona yaranmak uğruna Tanrı diyenlerden uzak durabilmen,önemli olan,kendi egolarıyla yapmış olduğu savaşı kaybedenlerin senin yapmakta olduğun savaşı kaybettirmelerine fırsat vermemen,önemli olan gecenin köründe ''Burcu beni bıraktıı ,ölmek istiyorummm ühühühü'' diye salya sümük ağladığında,o gece dünyanın dört bi yanında açlıktan uyuyamayanların ağladıklarını gözünün önüne getirip haline şükredebilmen,önemli olan bi espri yapıp 2 kızı etkilicem diye değerlerinden,ödünlerinden vazgeçenlerden olmaman,önemli olan ne acı çekersen çek,ne yaşarsan yaşa,ne kadar yenilirsen yenil,ne kadar başarısız olursan ol,ne kadar kaybedersen kaybet,hayatın yaşamaya değer olduğunu bilmen,gerisi mi ?Gerisi boş küme ..






2 Eylül 2012 Pazar

Askerlik Vol. 2


                 Günde 4 saat nöbetim vardı.Nöbetleri kulede tuttuğumuz ve hava genelde eksilerde olduğu için ,ayağında bot da olsa ,4 kat çorapta giysen ,2.saatten sonra ayaklarının uyuştuğunu ,3.saatten sonra ise artık ayaklarını hissetmediğini hissediyosun.Yine bi gün 04.00-08.00 nöbetini tutuyorum.Hava eksi bilmem kaç derece,her gece gelen tilki bile gelmez olmuş,o derece soğuk yani.Kendi başıma şarkı mırıldanıyorum.Repertuarım her zaman yarım saat içinde tükendiği için kalan 3.5 saatte bi sessizlik çökerdi nöbetlerimde.Bi çıtırdı duydum Zardanadam'ın Kaçacağım adlı şarkısını mırıldanırken.Kulenin camından baktım.Domuzdu,hem de bi kaç tane.Telsizle komutana rapor ettim hemen.Komutan da ''Kurma kolunu çek hazır tetikte bekle,merdivende olsun gözün,eğer yukarı çıkarsa sıkarsın,yoksa sıkma,ben asker gönderiyorum sana ,korkma asker''dedi.''Korkmaymış ,altıma edicem lan ben burda korkma diyosun bi de ,10 kere derin nefes de alıyim mi komutanım ?'' diyorum,tabi telsizin mandalına basmadan söylüyorum bunu :)''Alındı komutanım''diyorum.Kurma kolunu çekiyorum,yanaklara ayakkabı boyası sürüyorum, (mübalağa yaptı),Süleyman Çakır gibi burnumu çekiyorum.Kulenin kapısını aralıyorum ve merdivenin başına nişan alıyorum.Domuzlar kulenin altına geliyolar.Kule çok az da olsa sallanıyo onlar altta olduğu için.İşte o 20 saniyede neler yaşadığımı bi ben bilirim bi de Allah bilir.Neyse ki domuzlar merdivenlerden yukarı çıkmadan geri dönerek karanlığa karışıyolar.Bütün olay vuku bulduktan sonra olay yerine intikal eden Türk polisleri gibi hazır kıta askerleri geliyo bi kaç dk.sonra.''Gelirler onlar arada,havalar iyice bi ısınsın sen o zaman gör ,alış bunlara'' diyolar bana.
           Eğer bi şehrin en işlek caddesine haftasonları sabahın 8.30'unda çil yavrusu (Deyimin nasıl çıktığını merak ediyosan :Keklik kuşunun bir adı da çildir. Tüylerindeki benekler yüzünden bu isim verilmiştir. Dişi keklik yavru çıkarınca onlarla hiç ilgilenmez kendi başlarına bırakır. Yumurtadan çıkan yavrular seke seke çevreye dağıldıklarından sözün buradan kaynaklandığı söylenebilir.) gibi dağılan ,dandik bir kot,üzerine uydurulmuş sırt kısmı dragon temalı gömlek,sinekkaydı sakal,3-5 numara traşlı birilerini görürseniz onların asker olduğunu rahatlıkla anlarsınız.Zaten o saatte dışarda 3 numaralardan başkalarına pek sık rastlamazsınız.3 numaralar,o kadar belirginlerdir ki uydudan bakarak bile görebilirsiniz onları.3 numara,çarşıya gelince önce Atm'ye diğer 3 numaralardan önce parasını çekmek için koşar adım gider.Bi kaç dk.sonra bankanın önü boy boy 3 numaralarla doludur.Herkes ,badisine ''Olum bu hafta farklı bişeyler yapalım lan,her hafta aynı yaa'' gibi her hafta 3 numaraların Atm sırasında söyledikleri klişeleşmiş cümleleri söylerler.Bankadan para çekme işlemi bittikten sonra,bütçesine göre herkes kahvaltı yapmak için kahvehanelere,pastanelere,cafelere giderler.Birlikler,buralarda diğer birliklerin de katılımıyla adeta bir ordu haline gelir.Görüp görebileceğiniz en fazla 3 numara sayısı haftasonları börekçi,simitçi,internet cafelerdeki 3 numaralardır.Kahvaltıdan sonra internet cafeye gidilir.İlk işlem facebook açılır,şafak yazılır kocaman harflerle duvara.Damar şarkılar paylaşılır.Fakat akrabalar ve arkadaşlardan kimse yoktur haftasonu sabahın köründe nette haliyle.Kısa bi süre sonra yavaş yavaş uyanmaya başlar millette.Valide Sultan'ın istisnasız her hafta ''Zayıfladın mı sen yavrum ,bi ayağa kalk bakıyim ,yemek niye yemiyosun sen'' sorusu, ''Yok anne öyle gözüküyodur sana iyiyim çok şükür merak etme sen'' diye cevaplanır 3 numaralar tarafından.Çarşı izni 3 numara için candır ,altın değerindedir .Hele bir de çift çarşı vardır ki o da elmastır ,yakuttur.Bütün bi hafta içinin stresini alır çarşı izinleri.Kantinci olduğum için haftada ortalama 1000 bardak (hesapladım) çay verirdim birlikte.Hafta sonu çarşıda ise gidersin kahvaltı için en sevdiğin yere.Patates kızartmanı,melemenini,sigara böreğini söylersin,''Çay''bardağında adam gibi keyif çayını içer,günün gazetelerini sobanın yanında bacak bacak üstüne atarak büyük bi keyifle okursun.O zaman Hürgeneralsindir.Günün güzel geçmesine paralel olarak,vakitte o kadar hızlı geçer.Bütün gününü internet cafede geçiren 3 numara,sevgilisi geldiyse onunla vakit geçiren 3 numara,kahvehanelerde okey oynayan 3 numara ve şehrin en işlek caddesini(Mecburiyet Cad.)236 kez turlayarak çarşı iznini geçiren 3 numara çeşitleri vardır.Dönüş vakti geldiğinde toplanma yerinde herkesin ellerinde içi ıvır zıvır dolu poşetler,ve yüzlerde pekte belli olmayan bi somurtma ''Ulen haftaya da pazar çıkıcam,nasıl geçicek lan 8 gün :( '' ifadeleri olur.Servisle birliğe dönerken ise dışarda parklardaki herkes sana çok mutluymuş gibi gelir ,bilinçaltın gülen birini zoomlar parkta ,bi anda kendini Takeshi Kitano filminde hissedersin,çocuğu kucağında çok mutludur ,slow motion olur herşey,efkarlanırsın.Sonra birinin ''Aabi Tayvanlı bi kızla konuştum bugün'' ,bi başkasının ''Olum Kemal haftaya o ceketi ben giycem bak söz verdin '',ve yine bir diğerinin ''Parfümü kaça aldın lan,yemedik oolum nasıl kokuyo diye baktık''gibi servis dönüşü muhabbetleri konuşulur birliğe dönene kadar.Karargaha gelmek üzereyken şartelleri indirirsin,mantığı içeri sokmazsın bi sonraki çarşıya kadar,sonra da içinden ''İyi şafak attı bi tane daha en azından,atarsa 52 ''diye iç geçirirsin,kasise hızlı giren transitin tavanına kafanı vururken .

Askerlik Vol. 1

            Pazar günü öğlene doğru annem,babam,eniştem ve ben Bartın'a doğru yola koyulduk dışarıda karla karışık yağmur yağarken.Ben içimden ''Delikanlı adamım lan,aslanlar gibi yapıp gelirim inşallah,hem de 5 ay anasını satıyim nolcak millet 15 ay yapıyo bizim ki bişey mi ?''diye iç geçiriyorum ,kafamı yaslamış buğulu camı ''hoh hoh'' layıp bişeyler yazarken.Havaya bakılırsa askere gitmek için çok kasvetli bir gün aslında.Sanki kara bulutlar benimle birlikte Bartına geliyomuş ve ''Ehehehe olum napcan hacı geçer mi lan o kadar,geçmiş olsun  eheh eheh'' diyolarmış gibi düşünüyorum sulu karın cama yapışıp bi kaç saniyede erimesini izlerken.Bartın'a geliyoruz,merkezde bişeyler atıştırıp birliğe gidiyoruz.Yaklaşık 15'e yakın asker ve üzerindeki üniformadan anladığım kadarıyla bir de komutan var kapıda.Ailemle vedalaşıyorum.Bizimkiler arabaya biniyolar.Araba daha 30 mt.gitmeden komutan borazan gibi sesi ve doğulu şivesiyle ''Şınav vaziyeti allll !! diye bağırıyo .Ben ne olup bittiğini anlamadan sulu karın içinde şınavda buluyorum kendimi.Kafamı çeviriyorum bi ara.Bizim araba gözden kaybolmadan son bi kaç saniye daha bakıyorum arkalarından,''Anne ,gitmee ''diyorum ,''Şii eniştee dönün alın beni burdannn,enişteeeeee !... '' diye bağırıyorum içimden .Şınavı çekiyorum ama ruhum sanki bedenimden çıkıp arabanın arkasından koşuyo.Komutan, ''Pelikan diye bağır her şınav çektiğinde '' diyo .''Pelikann !!.. '' diyorum ; komutan ''Duyamadım,siz duydunuz mu çocuklar?Burası asker ocağı,bağırrrr, bağırrrrr !!! diyo . ''Pelikaaaaannnnnnnnn ! '' diye bağırıyorum .''Daha fazlaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa ! '' diyo komutan .Kendimi Full Metal Jacket filminin içinde buluyorum bi anda.( Filmden bi sahne için buraya alalım sizi )Sanki az sonra komutan ''Kökenler arasında ayırım yapmam !! Türkleri,Kürtleri ,Çerkezleri ve Lazları aşağılamam.Burada hepiniz aynı ölçüde değersizsiniz..!”diyecekmiş ;ben de her dediğine ''Sir,yes sir !... '' diye olanca gücümle bağıracakmışım gibi hissediyorum,yerdeki su birikintisinden yüzüme sıçrayan yağmur sularını tükürürken .''Ayağa kalk'' diyo komutan.Kalkıyorum.''İstikamet ileri ,marş''diye bağırıyo ,''İstikamet sola '' koşuyorum,''istikamet sağaaa ! '' dönüyorum ve koşuyorum .Komutan yanına çağırıyo.Gidiyorum.Elini omzuma koyuyo ve ''Gardaş ben Ergün, biz sağa şaha yaptık burda adettir her yeni gelene yaparız,Pelikan'a hoşgelmişsen,Allah gurtarsın '' diyo ve ekliyo, ''Yiyecek ne var toprağam gurt gibi açız gara şimşek yemekten bıktık''. ''Börek var çantada''diyorum,açıyorum ve hepimiz böreği löpür löpür götürüyoruz çiseleyen karla karışık yağmurun altında.Ortama adapte olmaya çalışıyorum ilk hafta.İlk gün şoka girsem de kısa sürede atlatıyorum üzerimdeki baskıyı.Kantinci oluyorum kısa bi süre sonra.Kantin,er gazinosunda olduğu için,bütün gün açılan ne olduğunu anlamadığım müziklerle işkence çeksem de bi süre sonra beynim o müziklere de bağışıklık kazanıyo.(Merak edenler için çalan müziklere bi örnek verecek olursak şuraya buyrun.Dikkat ,parçanın zihninize ilk tesir ettiği bi kaç dakika içinde mide bulantısı,baş dönmesi,şok,kısa süreli bilinç kaybı,gözlerde bulanıklık gibi yan etkiler görülebilir.)Askeriyede açılan kanalların listesini yaparsam ,1)Ekin tv 2)maxclup 3)melodi tv  4)hazar tv 5)plus tv 6)super tv 7)düğün tv 8)tvt 9)derman tv 10)planet türk 16)samanyolu tv 17 )kanal 7 219)kanal d 221 )star tv 225 )show tv 249 )cnbc-e )250)e2  sıralamayı bu şekilde yapabilirim.Düğün Tv'yi açarak Yozgatlı gurbetçi bi ailenin Mannheim'deki düğününde kız beğenen bi grup tezkerecinin kavga ettiğini gördü bu gözler sevgili okur.''O gırmızılı oynayan gız benim lannn !... '' Olum ben gördüm la önce ,benim o ,bak sen şu uzunu al '' diye birbirine vuran bi gruba her gün çay vermek zorunda kaldım ben bi süre.Günde ortalama 20 tane tost yapıyodum.Askerde yaptığım tek egzersiz hareketi tost yaparken yadigar makineye günde 2 saat bastırmaya çalışmamdı sanırım.Adam bisküvi istiyo,bakın gerisini canlı aktarıyorum : ''Bağa şordan bisküü virsene (Çocuk rafları gösteriyo ve orada 20 adet bisküvi çeşidi var.)''Adı ne ,hangisinden istiyosun''diye soruyorum tekrar gidip gelmemek için.''Yaa şu yuvarlak olan işte diyo (Oh be diyorum,demek ki Burçak istemiyo ,kaldı 19 çeşit ) ,''Arkadaşım ismi ne diyorum'' ve daha sonra parmağıyla biraz daha belirgin gösterdiği taraftan 3-4 çeşit bisküvi getiriyorum ,Negro'yu seçiyo içinden.''Adını söyleyemiyom ,dilim dolanmıyo'' diyo.''Siyah bisküvi dersin bidahakine o zaman'' diyorum. Devam edecek ..

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Ege'nin Karnı Acıktı !...






               Meraba.Beni durmadan öpen onlarca kişiden duyduğum kadarıyla sanırım adım Ege.1 yaşına yeni girdim ve hala yürüyemiyorum.Erkenden uyumazsam bazı akşamları gördüğüm,kirli sakallı adam sanırım benim babam,bi nevi dış işleri bakanım.Mamamı ve diğer ihtiyaçlarımı o gideriyo.Bir de evde bütün gün beraber takıldığımız biri var ki o da annem,yani içişleri bakanım.He bi de ablam var Zeynep,bi başka deyişle Pepee seven kız.Ailem önce ''anne''mi yoksa ''baba''mı söylicek diye iddaaya girdi.O yüzden onları söylemiyorum onlara inat .Beklesinler bi süre.İlk söylediğim ,Eskişehirspor'lu Dede oldu,sonra Real Madrid'li Pepe'yi söyledim zar zor.Kaka 'yı sevmiyorum yaa,eski formunda değil söyleyesim gelmiyo onu.Eski Samsunspor'un kalecisi vardı Agu diye.Kolay ama o da çok çocukça be abi,geç onu.

              Gündüz bütün gün evde Feriha,Doktorlar,Arka Sokaklar gibi saçmasapan diziler,kadın programları ve Zeynep ablamın yemek yediği vakitlerde de Pepe ve Caillou gibi çizgi filmler izlemek zorunda kalıyorum.Babam da akşamları genelde maç veya futbol programları izliyo,uykum gelene kadar da onunla takılıyorum.Bence hepsi zevksiz ,en güzeli reklamlar abicim.Ben reklamlarda yemek yiyorum.Bunu anneme belli etmek çok zor oldu ama sonunda başardım.Ne zaman bana yemek yedirmek isteseler ,reklam açmak zorundalar.Bana soracak olursanız dünyanın en büyük icadı emzik ,onsuz bi gün bile geçiremem sanırım .Arada bi bizim eve gelen başka kişiler de var .Onların kim olduklarını bilmiyorum,tek yaptıkları ''aşkım,bitanem,meleğim,fındık,fıstık ,prenses'' gibi terimler söyleyerek beni havaya atmaları .Ya sakalı olanlara ne demeli.Arkadaş bicimcecik çocuğum ,biraz dikkat etsene ,yalap şalap öperken hayvan gibi abanmasan şu yanağa.20 defa cetvel yiyen yaramaz çocukların elleri gibi kıpkırmızı oluyo yanaklarım.Yapmayın abiler,insan gibi öpün şu yanaklarımı.Sakallıların biri de Murat heralde ,çok sık gelir bize.Kucağına alır beni .Havaya atar,''Fındık'' der bana.Ne fındığı lan .İsmim var abi benim.Fındık ne ?Dikkat edin laflarınıza.Ne zaman ufacık bi ''pırt'' yapsam hemen ''Abla bu altına kaçırdı heralde''diyo.Yaa arkadaş hiç mi osuramıcaz hacı !...Koskoca adam otobüste yapıyomuş bunu.Bırak 1 yaşındayım rahat rahat işimi görüyim.Durmadan ispiyonlama beni .Bana her geldiğinde çikolata falan al ,görevin bu senin .

             Ev kalabalık olunca ayrı bi seviyorum ortamı.Ben ağzımda emzik etrafa şirin görünmeye çalışırken , ''Sizin kiracı naptı duruyo mu ?'' , '' Enişte Krasiç gelmiş Fener'e ne diyosun iş yapar mı? '' , '' Kabartma tozunu mu az koydum acaba abla ?'' gibi cümleleri duyuyorum etraftan.Ne zaman benimle ilgilenmelerini istesem ''Aaaaa blaaa blaaa blaaaa '' diye bağırarak birilerinin dikkatini çekmesini sağlıyorum.Dişlerim kaşındığı için salatalığı çok seviyorum.Geçen gün yine salatalık yiyorum kanepede(yemeye çalışıyorum demek daha doğru sanırım) ,elimden düşüyo kanepenin ucuna.Aslında oraya uzanmam tehlikeli,her an yere kapaklanabilirim.O sırada zil çalıyo.Annem kapıya bakmaya gidiyo.Zeynep zaten Pepee'yi izliyo transta top atsan duymaz.Eğilip salatalığı almak istiyorum ama dengemi kaybediyorum.Yere düşüyorum.Deli gibi bağırıyorum.Ufacık çocuk kanepeye bırakılır mı abi?Suç onlarda.İnletiyorum ortalığı.O kadar inletiyorum ki yoruluyorum artık.Gözyaşım kalmıyo o derece.Susuyorum yavaş yavaş.Benim kafam harbiden ,onların ki sesten şişiyo,buz koyuyolar kafama,şişliği alıyo biraz .Kim geldi diye bakıyorum ,bizim sakallı Murat gelmiş.''Gel gel iyi bok ettin'' diyorum ağzımdaki emziği sinirli sinirli yukarı aşağı oynatarak.Kucağına almalar,öpmeler,pişmanım ,''Küçük Emrah''  ifadeleri falan.Yer miyim ,yemem tabi.1,5 aylık ilişkisi biten,Berk'ten ayrılan Selinsu gibi trip yapıyorum bütün gün.Gitmiş bi de Bim'den çakma Cocostar falan almış fakir .İnsan orijinalini alır lan bari .
         Hee bi de çok güzel tiki kız pozu veririm üstte gördüğünüz gibi .Öptüm kızlar yanacıklarınızdan ,muck :)


18 Ağustos 2012 Cumartesi

Kayıp Çırak


Küçükken bi ara pazarda baharatçıda çalışmıştım.Kışları sadece pazar günleri bizim mahallenin pazarına,yazları ise haftanın 4-5 günü başka pazarlara giderdim.Ustamın adı Ahmet'ti.Ak sakallı çok baba bi adamdı .Beni evimden alır evime bırakırdı.Buz mavisi renginde bizi çoğu kez yolda bırakan,20 yıllık yadigar bi minibüsü vardı.Arkasına tıka basa malları doldurur,tahmini ortalama 30 km ile pazarlara gider gelirdik.Pazara ilk gelen esnaf biz olsakta,pazardan en son çıkan da yine biz olurduk.Zamanımızı alan çok işimiz vardı.Sadece baharat değil ,tohumlar,bisküvi,çikolata,gofret,tahta kaşıklar ve küçük plastik ev eşyaları satardık.Bunların gün içinde paketlenmesi ,ve akşam toplanması çok zahmetli bir işti.En çok soğuk günler zor geçerdi. O zamanlar da ustam hep salep alırdı bana.Hava bilmem kaç dereceyken mısır koçanları,domates,ve bütün pazarın kokusu içinde,avucumun arasında içtiğim salebin tadını,içtiğim hiç bir salepte alamadım şu ana kadar .Yanımızdaki tezgahta Niğdeli Süleyman abi vardı.Patates ile soğan satardı .Adamın toplanması 15 dk.yı almıyodu.Biz ise bütün herkes gittikten sonra anca toparlanabiliyorduk.Bizim mahallenin pazarındayken ,sınıftan birini görünce (hele ki karşı cinsse) hemen utanırdım.Sanki ayıp bir şey yapıyormuşcasına kendimi ustamın arkasına saklar ,yere eğilir ,bişey düşürmüşüm gibi yapardım.İlk başlarda sessiz, utangaç olan ben ,haftalar geçtikçe iyice alışmaya,cırtlak sesimle megafon yutmuşcasına bağırmaya başlamıştım.''Uuurfa biberi ,Maraş biberii ,Antepp(bu kısım İbrahim Tatlıses'in söylediği şiveyle) biberi ,Kastamonu biberi ,Dep Dep biberi ,buyroooooannnn !! '' diye bağırır dururdum .Ben bile bu halime şaşırmıştım ama hoşuma da gitmişti.Haftalar geçtikçe pazarcılığın inceliklerini öğreniyor,pazarlık yapmak isteyen teyzelere beklemedikleri cevaplar vererek onları şaşırtıyordum.Artık , ''Mallarımız şahane ,bulamazsın bahane bayeeeeaaaannnnn !! '' diye bağırdıktan sonra ,etrafımdaki esnaf bile bana gülmeye ,işi kaptığımı söylemeye başlamıştı.O zaman kadın iç çamaşırı satsaydık ,ben o gazla sütyen takar, tezgahın üzerinde ''İkizlere takke '' diye bile bağırabilirdim sanırım.
               
               Yine bir çarşamba günü S. 'de pazar kurmuştuk.Akşam eve dönerken Ahmet Usta bana ''Al bu yevmiyen, bu da yol parası ,seni durağa bırakıcam,şu numaraya binersen eve gidersin ,benim işim var bugün evine bırakamıcam seni '' demişti .Ben durakta gelen otobüsleri iyice takip ediyor ,bir yandan da bi elim cebimde yevmiyemi sıkı sıkıya tutuyordum.Sanırım bi saatten fazla bi süre geçmişti.Artık yanımdakilerden birine sormaya karar vermiştim.''Şu numara buradan geçiyor mu'' dedim.Adam ,''Yavrum bu saatte geçmez o ,minibüse binip şurada inmen ,oradan da tekrar başka bi minibüse binmen lazım'' dedi.Ben o sırada ,sanki kaybolmuşum gibi duygu patlaması yaşayarak ağlamaya başladım.Herkes başıma toplandı.Kalabalığın ,''K.'de çok uzak nasıl gitsin çocukcağız'' ,''Saatte geç oldu ,yok mu anası babası bunun ayıptır yaa'' dediklerini duyuyorum o sıra.Ben hala bi köşede iki büklüm ne bok yiyeceğimi düşünürken sağolsun bi abi ''Evlat ,ben şuraya gidiyorum beraber gideriz minibüsle,seni de oradan şuraya bindiririm ,şoföre de söylerim seni K.'de indirir ''dedi .Adam o gün beni kaçırsa kaçırırdı istese.Neyse ki iyi bi adama denk geldim.Beraber minibüse biniyoruz,benim başım eğik,adam ikimizin parasını da veriyo.Beraber son durağa kadar gidiyoruz.Sonra abi ,beni başka bi minibüse bindirip yol paramı vererek kaptana ''Şunu K.'da indirirsin çocuk bilmiyo''diyo.O gün ilk kez ,kaybolmanın verdiği korkuyu bütün iliklerime kadar hissediyorum.Sonunda eve geliyorum.Eve de bişey söylemiyorum boşuna telaşlanmasınlar diye.Hemen yatağıma uzanıyorum.Sonra aklıma yol param geliyo.''Aaa harbi lan bedavaya geldim ta ordan buraya ,neyse yarın ateride bi kaç el Mustafa ,bi el Tekken,bi el Metal Slug ,bi el Street Fighter atarım parayla heheh '' diye iç geçiriyorum.Kısa bi süre sonra yorucu bi günün verdiği yetkiye dayanarak kendimi derin bir uykuya daldırıyorum.