8 Şubat 2013 Cuma

Sinop ( Vol.1 )


Dikey geçiş sınavında Sinop’u kazanmıştım .‘’Güze mi geçsek lan ? ’’ diye tereddütte kalarak hafif hafif esip arada es veren bi eylül akşamı,günlerden pazar,ebeveynlerim ve ben otogardayım.Geçen sene üniversitemin adını ‘’Marmara’’ diye yüksek sesle söyleyen ben; şimdi de kıytırık bölümümün sonuna serpiştirilen ‘’mühendisliği’’ ekini baskın bi sesle söylüyorum soranlardan intikam alırmışçasına.Israrla gelmeyin otogara gerek yok desem bile dinletemediğim aile bireylerimle vedalaştıktan sonra otobüse biniyorum ve orta kapıya yakın yerime,cam kenarına yerleşiyorum.Bizimkiler hemen dibimde biterek,ellerini orta hızdaki silecek misali bi sağa bi sola sallıyorlar.Sellektörü alan ben onlara uyuyorum aynı şekilde.Aksilik ya,otobüs de gitmiyo bi süre.Görünmeyen sol elimi sağ elimin dirseğinden destek yaparak biraz daha sallıyorum sağ elimi.Neyse ki otobüs kalkıyo 2-3 dakika sonra.Silecekleri durduruyorum.İçimden ,yanıma kimse gelmez umarım,hadi gelse bile en azından öğrenci falan olur da bi iki soruyla sohbet kapanır diye düşünüyorum.Daha sonra Gebze’de bize katılan amca otobüsün başından beri bütün numaralara sağlı sollu baktıktan sonra yanıma kadar gelerek,’’Burası 25 dimi oğlum’’ diye soruyor.’’Evet amcacım’’ diye cevaplıyorum ben de isteksiz bi tavırla.O sıra az önceki temennilerimi en aza indirgeyerek , ‘’Umarım hayırsız evlatları yoktur,ya da en azından durmadan soru sormaz’’ diye içimden geçiriyorum.Etrafımdaki insanları süzüyorum.Arkamda,kulaklıklığını otobüse biner binmez takarak ‘’rahatsız etmeyin ‘’ imajı veren uzun saçlı bir genç,sağ önümde önündeki torba ve çantalarla yolculuğun ileriki safhalarında onlara ayrılan alanı mesire yerine çevirecek bir çift ve ve iki çocuk,sağ tarafımda seyahat yastığı olduğu için kıskandığım ve öğrenci diye tahmin ettiğim uzun kıvırcık saçlı kız,arka taraflarda sadece sesini duyduğum uzun yolculukların her otobüste olmazsa olmaz ,‘’enerjileri hiç tükenmeyen ikili kız ’’ modeli,önümde koltuğunu masaj koltuğu modunda sonuna kadar arkaya yatırarak uyku moduna geçmiş orta yaşlarda yorgun kirli sakallı bi adam,yanımda ise yolculuğumun akıbetini belirleyecek en önemli unsur olan ‘’esrarlı bi amca’’ var.Önümüzdeki 2 saat boyunca,amcanın Gerze’li olduğunu (Gebze’den Gerze’ye ) ,3 oğlan bi gızı olduğunu,çiftçilikle uğraştığını,Bağkurdan emekli olduğunu,oğlanları everdiğini,5 tane torunu olduğunu,oğlanların İstanbul’da yaşadığını,gızı da evereceğini,şimdiki gençliğin eskisi gibi çalışkan olmadığını,saygı denen birşeyin kalmadığını,kendisinin babasının yanında başı eğik oturduğunu,17 yaşında ev geçindirdiğini,aslında işsizlik denen birşeyin olmadığını,eğer Gerze’ye gelirse mutlaka Sazak köyüne uğramamı istemesini ,detaylarıyla anlattı.Neyse ki enerjisi kalmamış olacak ki,motoru arıza yapan Toros’lar gibi önce son bi kaç önerme ve öğütle tekledi,daha sonra ise şapkasını yüzünün yarısını kapatacak şekilde ayarladı,motoru kapattı ve uyku moduna aldı kendini.O sırada biri su istedi muavinden.Daha sonra ise ben dahil, 9-10 kişi daha su istedik.(Uzun yolculuklarda genelde çoğu insan muavini en önden çağırarak su isteme zahmetine girmez,başka biri istesin,sonra bana daha yakın biri istesin,o zaman ben de isterim diye düşünür).Etrafıma bakıyorum,kulaklıklı çocuk hariç herkes mışıl mışıl uyuyor.Otobüste uyuyamayıp saatlerce sıkıntıdan patlayanlardan biri olduğum için molayı dört gözle bekliyorum.Dışarda,uzaklardaki küçük ışıkları izliyorum bi süre.Gözüm arada karşımdaki kıza kayıyo,cama dayadığı yastığıyla mışıl mışıl uyuyo.Küçüklükten beri alışkanlık edindiğim gördüğüm herşeyi okumaya çalışıyorum,Uğur Derin Dondurucu’nun yarısı paslanmış devasa tabelasını görüyorum tepede.Bilinçaltım hemen aklıma Mehmet Ali Erbil’in beyinlerimize kazınmış parmak işaretini aklıma getiriyo.O sıra otobüsün içinde bir sineğin olduğunu farkediyorum.Uyuyanların önünden ikram servisinin arta kalanlarını kendisine servis etmekle meşgul.İçeriye çok basık bi hava hakim.O kadar çok uyuyan var ki illa ki birileri içerideki havayı değiştirmek için kimyasal gazları ortama istemeden de olsa salmıştır diye düşünüyorum.Neyse ki mola yerine geliyoruz.Kapıdan iner inmez esneyen,ruküya inerek ayaklarını dinlendiren,gerilen insanlar hep birlikte temiz havayı içlerine çekiyorlar.Çoğu ,ciğerlerinin ‘’Abi nerde kaldı bizim Winston,5 saat oldu öldük bee ‘’ çağrısına uyarak hemen bi sigara yakıyorlar.Suratlarındaki ‘’Ohh beee ‘’ ifadesi ,ilk çıkan dumanı havaya doğru üfürmeleri kendilerine geldiklerinin bir başka anlatım şekli.İçeri girerken kapının sağ tarafına dizayn edilen gözleme tezgahı ve yöresel orta yaşlardaki işinin ehli teyze,daha yeni uyanıp kendine gelemeyen insanlara kapıdan girerken kokusu tesir etsin diye ustaca kurgulanmış.Çoğu kişi (ben dahil) ,tüketicide çapraz algı yaratan bu taktiğe ‘’kurban giden üreticiler’’ kervanına katılarak gözlemeye doğru yürüyoruz.Hiç bir zaman taze olmayan özensiz çay,bazen yıkanmadığını bile öğrendiğim bardaklarla servis ediliyor.(Bir arkadaşım dinlenme tesislerinde çalışırken sormuştum kendisine, ve ‘’Hacı her bardağı yıkamaya kalksak yetiştiremeyiz zaten,sıcak suyu doldurunca gidiyo zaten lekeler,sadece biz değil herkes böyle yapar’’ tarzında bi cevap almıştım).Gözlemenin yanına ayran alıyorum.Gözlemeyi yerken önümde oturan yorgun adam yanımdan geçiyor.’’Şu koltuğu 120 derece açıya getirirken hiç mi düşünmüyosun arkandaki adamı be adam ‘’ bakışı atıyorum gözlemeyi ısırırken.Yorgun adam da ‘’Dua et 150 yapmadım’’ gibi bi bakışla karşılık veriyor bana tuvalete giderken.Dinlenme tesislerinde işedikten ve bişeyler yiyip içtikten sonra kalan vakti değerlendirmek için yolcuların bir numaralı tercihi olan incik boncuk kısmında dolaşıyorum.Tozlanmaya yüz tutmuş süs eşyaları,yöresel lokumlar,kestane şekerleri,pişmaniyeler,anahtarlıklar,havlular,hediyelik eşyalar.15 dakika bakıyorum ve sonunda Cocostar,susamlı çubuk kraker,çokonat ve sakız alıyorum.Dışarı çıkıyorum,molanın bitmesine 5 dk.var.Az önce kendine gelmek için içilen ilk sigaraların yerini,ihtiyaçlarını görmüş,karnını doyurmuş,kendine gelmiş insanların keyif sigarası alıyor.Otobüslerin önünde tek sıra halinde dizilen boy boy,çeşit çeşit insanlar; elindeki ahı gitmiş vahı kalmış fırçaya işkence ederek otobüsleri yıkayan kır saçlı abileri izleyerek sigaralarını içiyorlar.Anonsu da duyarak yavaş yavaş otobüslere binmeye başlıyoruz.Molanın verdiği enerji,bacaklarımı dinlendirmem,biraz olsun iyi geliyo bana.Artık herşey hazır;atıştırmak için şekerli ve tuzlu zulalarım,az sonra servis edilecek Fanta’m,(Aslında Yedigün ama otobüs ikram tarihinde sarı olan herşeyin ismi Fanta diye geçer ) ve okumak için fırsat kolladığım kitabım.Moladan sonra korkulan olmuyor ve yanımdaki amca elimdeki kitabı görerek ‘’en iyisi ben hiç lafa girmiyim’’ bakışı atıyor bana hafiften de gülümseyerek.Bi süre kitap okuyorum,sonra nasıl olduysa uyku bastırıyor.Tepe lambamı kapatıyorum ,uykuya dalıyorum.Saatler sonra muavinin sabah servisi anonsuyla uyanıyorum,o sıra gece vızır vızır dolaşan sineği daha net görüyorum,o da sabah servisini bekler gibi sinsice havada turluyor.Önümdeki ıslak mendille göz çapaklarımı siliyorum(ağzından akan salyaları sildi,çapakmış,hee,sanki 13 saat uyudu).Kahvaltı için verilen keki çayla birlikte mideye indiriyorum.Bi süre sonra da Gerze’ye geliyoruz.Yanımdaki amcayla vedalaşıyorum,’’Yoğurdun içine gatıp yersin’’ diyerek bir bütün mısır ekmeği veriyo bana,üstüne de hayır duasını alıyorum amcanın.11 saat süren yolculuk Sinop Otogar’ında son buluyor. 
                                                                                                                    

                                                                                                                                    Devam edecek ..