7 Ocak 2015 Çarşamba

28

Bacaklarının arasına koyduğu yastığından ayrılmak istemiyordu 28, alarmı 3 ya da 4 kere erteledikten sonra mecburen yatakta dikildi, yandaki komşu evinin çatısı odasının penceresi ile bitişikti, pencerenin yüzde 20’si dışarıyı görüyordu. Gözü o boşluğa dikildi, üzerindeki karları silkeleyen iki kumru da 28’e bakıyordu. Kar yağmış, her yer beyaza bürünmüştü. Mutfaktan helva alıp küçük parçalara bölerek komşunun çatısına koydu, kısa süre sonra kumrular afiyetle temizlediler helvayı. Kumruların helvayı çok sevdiğini önceden biliyordu 28. Cezveye süt koyup en kısık dereceye aldı, elini yüzünü yıkadı, hiçbir zaman yüzüne suyu vuramazdı, bi keresinde dedesine havlu tutarken dedesinin yüzüne iki eliyle suyu vurarak ardından sanki o bütün suyu burnundan çıkartırmışçasına hönkürdüğü aklına geldi. Hiç öyle dedesi gibi suyu yüzüne vuramamıştı şimdiye kadar, bu sabah da vuramadı. Sütü Hollanda’dan gelen arkadaşının hediye ettiği kupaya döktü, iki elinin arasına alarak pencere kenarına geçti, neredeyse bütün kış evdeyken üzerinden çıkarmadığı depresyon hırkası üzerindeydi. Pencereden dışarıya baktı, karşı apartmandaki 35’li yaşlarda ve banka sektöründe çalışıyormuş izlenimi veren bayan komşu, bahçedeki arabanın başında donan sileceklerini temizlemeye çalışıyordu, böyle havalarda sileceklerini akşamdan kaldıracağını bilmiyor gibiydi, pencereyi açıp ‘’sıcak su dökmeyin sakın, daha kötü olur’’ diyemedi tabi 28. Babasının Libya’dan getirdiği nostaljik saate baktı, programına göre 4 dakika içinde evden çıkması gerekiyordu. Üzerini değiştirdi hemen, dış kapıyı kapatır kapatmaz sütü yarım bıraktığını ve annesinin akşam söyleyeceği ‘’Sütü yarım bırakmışsın yine oğlum’’ azarını hayal etti. Arabanın tüm lastiklerine baktı, orta sınıf Hollywood filmlerindeki Teksas şeriflerinin durdurdukları arabada yaptıkları gibi işaret parmağını arabanın üzerinde gezdirerek arabayı dolaştı. ( Gören de Mossad’ın kırmızı bültenle aradığı Mit ajanı zanneder. Alt tarafı basit bir mesleği vardı. ) Arabayı açtı, arkadaşının bir ara fazla diye verdiği düğün havlusunu alarak arabanın ön camındaki karları sildi, akşamdan kaldırdığı silecekleri indirdi, işyerine gideceği 3 güzergahtan birini yol çalışması, diğerini ise çok rampa olduğu için eledi, kalan diğer seçeneği kullanarak işyerinin yolunu tuttu. Klimayı açmak için ‘’Isın artık motor g.tüm dondu’’ diye iç geçirirken radyoda yine ‘’bizleri bu sabah yine yalnız bırakmayan siz değerli dinleyicilerimiz’’ tarzındaki samimiyetsiz spikerleri dinledi bi süre. Neden bu kadar yapmacığız lan ? dedi kendi kendine, hayatın büyük bi tiyatro olduğunu düşündü, Moulin Rouge adlı müzikal filmindeki gibi herkes ne yapması gerektiğini harfi harfine biliyor, ve rolünün hakkını mükemmel bir şekilde veriyordu. Binlerce çeşidi geldi aklına 28’in. 
Lüks mekana giderek check-in yapan ilgi manyakları. Sanki çaya şeker atanlar tükakaymış gibi düşünen ‘’ beğn şeker kullanmıyorumm ‘’ cular. ‘’Ben televizyon izlemiyorum yaa, çok boş’’ , ‘’Ben facebook kullanmıyorum ya ergen dolu orası’’ diye düşünen farklı olma çabalarındakiler. Her gün sosyal medya sitelerinde ortalama 16 saat mesai yaptığını anlayamayan bizler. Sadece orada bulunduğunu çekeceği özçekimle sosyal medyaya duyurmak amaçlı sergilere giden entelektüel çakmaları. Şirket maillerindeki, Hamza Dayı’nın ‘’Hamza Bey merhaba, …. …. … bilgilerinize sunar, iyi çalışmalar dilerim’’ e geçiş sürecindeki kadim yolculuğu. Kademe için birilerinin omzunun üzerindeki kepekleri özenle alan Buğra Bey’ler. Yeni aldığı Ulysse Nardin marka saatini gömleğinin üzerine çıkararak tüm restoranın duyacağı şekilde parmağını şıklatıp ilgiyi üzerinde toplamayı seven gösteriş meraklısı Timur Bey’ler. Sıtarbakstan aldığı grande boy mocha, kutsal bir kitapmışçasına göğüs ve kolları arasına sıkıştırdıkları notebook ve janjanlı kabı olan ayfon beş es üçlüsüyle öğle yemeğinden dönen Ebru Hanım’lar… Hepsi rollerinin hakkından geliyor gerçekten diye düşündü 28.

                   Daha yeni 28 yaşına girmişti. Başka seçeneği olmadığı için seviyorum gibi yapıp aslında sevmediği bir mesleği, pek kimsenin bilmediği kıyıda kalmış ama güzel filmleri araştırıp hemen hemen her akşam izlemesi, her salı yaptığı dörtlü pes turnuvası, yüksek lisans için gidip bir günde 14 saat derse girdiği cumartesi günleri, biraz daha uyuyim diye diye öğlen ortalama 12.30’a kadar uyuduğu, ardından da gün içinde 2 film izlediği standart pazar günleri ve aşk hayatındaki son başarısız denemesinden ibaretti 28’in hayatı. Artık kadınlara bağlanılmaması gerektiğini anlamıştı. Dünyanın en büyük kumarı aşk ruletiydi, böyle diyordu 28. Ya kazanır, ya da kaybederdin.
Bazen aşk, insanı kalabalık bir öğrenci evinde akşamki partiden kalan cips kabının dibindeki cips parçaları ve sigara küllükleri gibi hissettirir, ya da halının püskülüne takılan patlamış bir balon gibi.Kendini kötü hissedip bunalıma girmenin, içeriğinde ayrılık, nefret ve isyan dolu sözler bulup feysbukta paylaşmanın, Sezen Aksu dinlemenin de bi işe yaramadığını biliyordu.
                İşyerine geldiğinde kar iyice yoğunluğunu arttırmıştı, o gün yapacağı pek iş yoktu. Kendini kötü hissettiğinde Kuleli’ye gidip balıkçılarla sohbet eder, çay içerdi. Fakat hava kötü olduğu için onu da yapamadı. Birşeyler karalamak istedi doğaçlama. Bugün ne yaptığını yazacaktı, ‘’ee eee bugün hiçbir bok yapmadım ki ben’’ diye geçirdi iç sesi. Kendine tek iyi gelen şeyin yazmak olduğunu düşündü. Bir an İrlanda’daki deniz feneri manzaralı otel odasına kendini kapatıp yeni yazacağı kitapla kariyerinde sıçrama yapmak isteyen az bilinen bir yazar gibi hissetti kendini. Kahve yaptı önce kendine, sonra da saçmalaya başladı.
..Bacaklarının arasına koyduğu..