Bacaklarının arasına koyduğu yastığından ayrılmak
istemiyordu 28, alarmı 3 ya da 4 kere erteledikten sonra mecburen yatakta
dikildi, yandaki komşu evinin çatısı odasının penceresi ile bitişikti, pencerenin
yüzde 20’si dışarıyı görüyordu. Gözü o boşluğa dikildi, üzerindeki karları
silkeleyen iki kumru da 28’e bakıyordu. Kar yağmış, her yer beyaza bürünmüştü.
Mutfaktan helva alıp küçük parçalara bölerek komşunun çatısına koydu, kısa süre
sonra kumrular afiyetle temizlediler helvayı. Kumruların helvayı çok sevdiğini önceden
biliyordu 28. Cezveye süt koyup en kısık dereceye aldı, elini yüzünü yıkadı,
hiçbir zaman yüzüne suyu vuramazdı, bi keresinde dedesine havlu tutarken
dedesinin yüzüne iki eliyle suyu vurarak ardından sanki o bütün suyu burnundan
çıkartırmışçasına hönkürdüğü aklına geldi. Hiç öyle dedesi gibi suyu yüzüne vuramamıştı
şimdiye kadar, bu sabah da vuramadı. Sütü Hollanda’dan gelen arkadaşının hediye
ettiği kupaya döktü, iki elinin arasına alarak pencere kenarına geçti,
neredeyse bütün kış evdeyken üzerinden çıkarmadığı depresyon hırkası
üzerindeydi. Pencereden dışarıya baktı, karşı apartmandaki 35’li yaşlarda ve
banka sektöründe çalışıyormuş izlenimi veren bayan komşu, bahçedeki arabanın
başında donan sileceklerini temizlemeye çalışıyordu, böyle havalarda
sileceklerini akşamdan kaldıracağını bilmiyor gibiydi, pencereyi açıp ‘’sıcak
su dökmeyin sakın, daha kötü olur’’ diyemedi tabi 28. Babasının Libya’dan
getirdiği nostaljik saate baktı, programına göre 4 dakika içinde evden çıkması
gerekiyordu. Üzerini değiştirdi hemen, dış kapıyı kapatır kapatmaz sütü yarım
bıraktığını ve annesinin akşam söyleyeceği ‘’Sütü yarım bırakmışsın yine oğlum’’
azarını hayal etti. Arabanın tüm lastiklerine baktı, orta sınıf Hollywood
filmlerindeki Teksas şeriflerinin durdurdukları arabada yaptıkları gibi işaret
parmağını arabanın üzerinde gezdirerek arabayı dolaştı. ( Gören de Mossad’ın
kırmızı bültenle aradığı Mit ajanı zanneder. Alt tarafı basit bir mesleği vardı.
) Arabayı açtı, arkadaşının bir ara fazla diye verdiği düğün havlusunu alarak
arabanın ön camındaki karları sildi, akşamdan kaldırdığı silecekleri indirdi,
işyerine gideceği 3 güzergahtan birini yol çalışması, diğerini ise çok rampa olduğu
için eledi, kalan diğer seçeneği kullanarak işyerinin yolunu tuttu. Klimayı
açmak için ‘’Isın artık motor g.tüm dondu’’ diye iç geçirirken radyoda yine ‘’bizleri
bu sabah yine yalnız bırakmayan siz değerli dinleyicilerimiz’’ tarzındaki
samimiyetsiz spikerleri dinledi bi süre. Neden bu kadar yapmacığız lan ? dedi
kendi kendine, hayatın büyük bi tiyatro olduğunu düşündü, Moulin Rouge adlı müzikal filmindeki gibi herkes ne yapması gerektiğini harfi harfine biliyor, ve rolünün hakkını mükemmel bir şekilde veriyordu. Binlerce çeşidi geldi aklına 28’in.
Lüks mekana giderek check-in yapan ilgi manyakları. Sanki çaya şeker atanlar
tükakaymış gibi düşünen ‘’ beğn şeker kullanmıyorumm ‘’ cular. ‘’Ben televizyon
izlemiyorum yaa, çok boş’’ , ‘’Ben facebook kullanmıyorum ya ergen dolu orası’’
diye düşünen farklı olma çabalarındakiler. Her gün sosyal medya sitelerinde
ortalama 16 saat mesai yaptığını anlayamayan bizler. Sadece orada bulunduğunu çekeceği
özçekimle sosyal medyaya duyurmak amaçlı sergilere giden entelektüel çakmaları.
Şirket maillerindeki, Hamza Dayı’nın ‘’Hamza Bey merhaba, …. …. … bilgilerinize
sunar, iyi çalışmalar dilerim’’ e geçiş sürecindeki kadim yolculuğu. Kademe
için birilerinin omzunun üzerindeki kepekleri özenle alan Buğra Bey’ler. Yeni
aldığı Ulysse Nardin marka saatini gömleğinin üzerine çıkararak tüm restoranın
duyacağı şekilde parmağını şıklatıp ilgiyi üzerinde toplamayı seven gösteriş
meraklısı Timur Bey’ler. Sıtarbakstan aldığı grande boy mocha, kutsal bir
kitapmışçasına göğüs ve kolları arasına sıkıştırdıkları notebook ve janjanlı
kabı olan ayfon beş es üçlüsüyle öğle yemeğinden dönen Ebru Hanım’lar… Hepsi
rollerinin hakkından geliyor gerçekten diye düşündü 28.
Daha yeni 28 yaşına girmişti. Başka seçeneği olmadığı için seviyorum gibi yapıp aslında sevmediği bir mesleği, pek kimsenin bilmediği kıyıda kalmış ama güzel filmleri araştırıp hemen hemen her akşam izlemesi, her salı yaptığı dörtlü pes turnuvası, yüksek lisans için gidip bir günde 14 saat derse girdiği cumartesi günleri, biraz daha uyuyim diye diye öğlen ortalama 12.30’a kadar uyuduğu, ardından da gün içinde 2 film izlediği standart pazar günleri ve aşk hayatındaki son başarısız denemesinden ibaretti 28’in hayatı. Artık kadınlara bağlanılmaması gerektiğini anlamıştı. Dünyanın en büyük kumarı aşk ruletiydi, böyle diyordu 28. Ya kazanır, ya da kaybederdin.
Bazen aşk, insanı kalabalık bir öğrenci evinde akşamki
partiden kalan cips kabının dibindeki cips parçaları ve sigara küllükleri gibi
hissettirir, ya da halının püskülüne takılan patlamış bir balon gibi.Kendini
kötü hissedip bunalıma girmenin, içeriğinde ayrılık, nefret ve isyan dolu sözler
bulup feysbukta paylaşmanın, Sezen Aksu dinlemenin de bi işe yaramadığını
biliyordu.
İşyerine
geldiğinde kar iyice yoğunluğunu arttırmıştı, o gün yapacağı pek iş yoktu. Kendini
kötü hissettiğinde Kuleli’ye gidip balıkçılarla sohbet eder, çay içerdi. Fakat hava kötü olduğu için onu da yapamadı. Birşeyler karalamak istedi doğaçlama.
Bugün ne yaptığını yazacaktı, ‘’ee eee bugün hiçbir bok yapmadım ki ben’’ diye geçirdi iç sesi. Kendine tek iyi gelen şeyin
yazmak olduğunu düşündü. Bir an İrlanda’daki deniz feneri manzaralı otel odasına
kendini kapatıp yeni yazacağı kitapla kariyerinde sıçrama yapmak isteyen az
bilinen bir yazar gibi hissetti kendini. Kahve yaptı önce kendine, sonra da saçmalaya
başladı.
..Bacaklarının arasına koyduğu..