Dikey geçiş sınavında Sinop’u kazanmıştım .‘’Güze mi geçsek
lan ? ’’ diye tereddütte kalarak hafif hafif esip arada es veren bi eylül
akşamı,günlerden pazar,ebeveynlerim ve ben otogardayım.Geçen sene üniversitemin
adını ‘’Marmara’’ diye yüksek sesle söyleyen ben; şimdi de kıytırık bölümümün
sonuna serpiştirilen ‘’mühendisliği’’ ekini baskın bi sesle söylüyorum
soranlardan intikam alırmışçasına.Israrla gelmeyin otogara gerek yok desem bile
dinletemediğim aile bireylerimle vedalaştıktan sonra otobüse biniyorum ve orta
kapıya yakın yerime,cam kenarına yerleşiyorum.Bizimkiler hemen dibimde
biterek,ellerini orta hızdaki silecek misali bi sağa bi sola
sallıyorlar.Sellektörü alan ben onlara uyuyorum aynı şekilde.Aksilik ya,otobüs de gitmiyo bi süre.Görünmeyen sol elimi sağ elimin dirseğinden destek yaparak
biraz daha sallıyorum sağ elimi.Neyse ki otobüs kalkıyo 2-3 dakika sonra.Silecekleri
durduruyorum.İçimden ,yanıma kimse gelmez umarım,hadi gelse bile en azından
öğrenci falan olur da bi iki soruyla sohbet kapanır diye düşünüyorum.Daha sonra
Gebze’de bize katılan amca otobüsün başından beri bütün numaralara sağlı sollu
baktıktan sonra yanıma kadar gelerek,’’Burası 25 dimi oğlum’’ diye soruyor.’’Evet
amcacım’’ diye cevaplıyorum ben de isteksiz bi tavırla.O sıra az önceki
temennilerimi en aza indirgeyerek , ‘’Umarım hayırsız evlatları yoktur,ya da en
azından durmadan soru sormaz’’ diye içimden geçiriyorum.Etrafımdaki insanları
süzüyorum.Arkamda,kulaklıklığını otobüse biner binmez takarak ‘’rahatsız
etmeyin ‘’ imajı veren uzun saçlı bir genç,sağ önümde önündeki torba ve
çantalarla yolculuğun ileriki safhalarında onlara ayrılan alanı mesire yerine
çevirecek bir çift ve ve iki çocuk,sağ tarafımda seyahat yastığı olduğu için
kıskandığım ve öğrenci diye tahmin ettiğim uzun kıvırcık saçlı kız,arka
taraflarda sadece sesini duyduğum uzun yolculukların her otobüste olmazsa olmaz
,‘’enerjileri hiç tükenmeyen ikili kız ’’ modeli,önümde koltuğunu masaj koltuğu
modunda sonuna kadar arkaya yatırarak uyku moduna geçmiş orta yaşlarda yorgun
kirli sakallı bi adam,yanımda ise yolculuğumun akıbetini belirleyecek en önemli
unsur olan ‘’esrarlı bi amca’’ var.Önümüzdeki 2 saat boyunca,amcanın Gerze’li
olduğunu (Gebze’den Gerze’ye ) ,3 oğlan bi gızı olduğunu,çiftçilikle uğraştığını,Bağkurdan emekli olduğunu,oğlanları everdiğini,5 tane torunu
olduğunu,oğlanların İstanbul’da yaşadığını,gızı da evereceğini,şimdiki
gençliğin eskisi gibi çalışkan olmadığını,saygı denen birşeyin kalmadığını,kendisinin
babasının yanında başı eğik oturduğunu,17 yaşında ev geçindirdiğini,aslında
işsizlik denen birşeyin olmadığını,eğer Gerze’ye gelirse mutlaka Sazak köyüne
uğramamı istemesini ,detaylarıyla anlattı.Neyse ki enerjisi kalmamış
olacak ki,motoru arıza yapan Toros’lar gibi önce son bi kaç önerme ve öğütle
tekledi,daha sonra ise şapkasını yüzünün yarısını kapatacak şekilde
ayarladı,motoru kapattı ve uyku moduna aldı kendini.O sırada biri su istedi
muavinden.Daha sonra ise ben dahil, 9-10 kişi daha su istedik.(Uzun
yolculuklarda genelde çoğu insan muavini en önden çağırarak su isteme zahmetine
girmez,başka biri istesin,sonra bana daha yakın biri istesin,o zaman ben de
isterim diye düşünür).Etrafıma bakıyorum,kulaklıklı çocuk hariç herkes mışıl
mışıl uyuyor.Otobüste uyuyamayıp saatlerce sıkıntıdan patlayanlardan biri
olduğum için molayı dört gözle bekliyorum.Dışarda,uzaklardaki küçük ışıkları
izliyorum bi süre.Gözüm arada karşımdaki kıza kayıyo,cama dayadığı yastığıyla mışıl mışıl uyuyo.Küçüklükten beri alışkanlık edindiğim gördüğüm
herşeyi okumaya çalışıyorum,Uğur Derin Dondurucu’nun yarısı paslanmış devasa
tabelasını görüyorum tepede.Bilinçaltım hemen aklıma Mehmet Ali Erbil’in beyinlerimize
kazınmış parmak işaretini aklıma getiriyo.O sıra otobüsün içinde bir sineğin
olduğunu farkediyorum.Uyuyanların önünden ikram servisinin arta kalanlarını kendisine
servis etmekle meşgul.İçeriye çok basık bi hava hakim.O kadar çok uyuyan var ki
illa ki birileri içerideki havayı değiştirmek için kimyasal gazları ortama istemeden
de olsa salmıştır diye düşünüyorum.Neyse ki mola yerine geliyoruz.Kapıdan iner
inmez esneyen,ruküya inerek ayaklarını dinlendiren,gerilen insanlar hep
birlikte temiz havayı içlerine çekiyorlar.Çoğu ,ciğerlerinin ‘’Abi nerde kaldı
bizim Winston,5 saat oldu öldük bee ‘’ çağrısına uyarak hemen bi sigara
yakıyorlar.Suratlarındaki ‘’Ohh beee ‘’ ifadesi ,ilk çıkan dumanı havaya doğru üfürmeleri
kendilerine geldiklerinin bir başka anlatım şekli.İçeri girerken kapının sağ tarafına
dizayn edilen gözleme tezgahı ve yöresel orta yaşlardaki işinin ehli teyze,daha yeni uyanıp kendine gelemeyen
insanlara kapıdan girerken kokusu tesir etsin diye ustaca kurgulanmış.Çoğu kişi (ben
dahil) ,tüketicide çapraz algı yaratan bu taktiğe ‘’kurban giden üreticiler’’
kervanına katılarak gözlemeye doğru yürüyoruz.Hiç bir zaman taze olmayan
özensiz çay,bazen yıkanmadığını bile öğrendiğim bardaklarla servis ediliyor.(Bir
arkadaşım dinlenme tesislerinde çalışırken sormuştum kendisine, ve ‘’Hacı her
bardağı yıkamaya kalksak yetiştiremeyiz zaten,sıcak suyu doldurunca gidiyo
zaten lekeler,sadece biz değil herkes böyle yapar’’ tarzında bi cevap almıştım).Gözlemenin
yanına ayran alıyorum.Gözlemeyi yerken önümde oturan yorgun adam yanımdan
geçiyor.’’Şu koltuğu 120 derece açıya getirirken hiç mi düşünmüyosun arkandaki
adamı be adam ‘’ bakışı atıyorum gözlemeyi ısırırken.Yorgun adam da ‘’Dua et 150
yapmadım’’ gibi bi bakışla karşılık veriyor bana tuvalete giderken.Dinlenme
tesislerinde işedikten ve bişeyler yiyip içtikten sonra kalan vakti değerlendirmek
için yolcuların bir numaralı tercihi olan incik boncuk kısmında
dolaşıyorum.Tozlanmaya yüz tutmuş süs eşyaları,yöresel lokumlar,kestane
şekerleri,pişmaniyeler,anahtarlıklar,havlular,hediyelik eşyalar.15 dakika
bakıyorum ve sonunda Cocostar,susamlı çubuk kraker,çokonat ve sakız alıyorum.Dışarı
çıkıyorum,molanın bitmesine 5 dk.var.Az önce kendine gelmek için içilen ilk
sigaraların yerini,ihtiyaçlarını görmüş,karnını doyurmuş,kendine gelmiş insanların
keyif sigarası alıyor.Otobüslerin önünde tek sıra halinde dizilen boy boy,çeşit
çeşit insanlar; elindeki ahı gitmiş vahı kalmış fırçaya işkence ederek
otobüsleri yıkayan kır saçlı abileri izleyerek sigaralarını içiyorlar.Anonsu da
duyarak yavaş yavaş otobüslere binmeye başlıyoruz.Molanın verdiği enerji,bacaklarımı
dinlendirmem,biraz olsun iyi geliyo bana.Artık herşey hazır;atıştırmak için
şekerli ve tuzlu zulalarım,az sonra servis edilecek Fanta’m,(Aslında Yedigün
ama otobüs ikram tarihinde sarı olan herşeyin ismi Fanta diye geçer ) ve okumak
için fırsat kolladığım kitabım.Moladan sonra korkulan olmuyor ve yanımdaki amca
elimdeki kitabı görerek ‘’en iyisi ben hiç lafa girmiyim’’ bakışı atıyor bana
hafiften de gülümseyerek.Bi süre kitap okuyorum,sonra nasıl olduysa uyku
bastırıyor.Tepe lambamı kapatıyorum ,uykuya dalıyorum.Saatler sonra muavinin sabah servisi anonsuyla uyanıyorum,o sıra gece vızır vızır dolaşan sineği daha net görüyorum,o
da sabah servisini bekler gibi sinsice havada turluyor.Önümdeki ıslak mendille
göz çapaklarımı siliyorum(ağzından akan salyaları sildi,çapakmış,hee,sanki 13
saat uyudu).Kahvaltı için verilen keki çayla birlikte mideye indiriyorum.Bi süre sonra da Gerze’ye geliyoruz.Yanımdaki amcayla vedalaşıyorum,’’Yoğurdun
içine gatıp yersin’’ diyerek bir bütün mısır ekmeği veriyo bana,üstüne de hayır
duasını alıyorum amcanın.11 saat süren yolculuk Sinop Otogar’ında son buluyor.
Devam
edecek ..